Radikal Kültür Sanat
24/06/2002
İSTANBUL – Bu ay yüzlerce genç üniversitelerin sanat fakültelerinden mezun oldular. Bu gençler gereken eğitimi
alabildiler mi? Bu gençleri üniversite
dışında nasıl bir ortam bekliyor? Bu gençlerin kendilerini uluslararası ortamda ‘sanatçı’ ya da ‘yaratıcı’ olarak görme şansları ne kadar?
Bu soruların hepsi kapsamlı bir araştırma
gerektirir. Burada sorunlara şöyle bir değinmek istiyorum.
Radikal 2’deki (12 Mayıs) Ahmet Çakmak’ın
‘Yaşlı Seçkinler’ yazısında, ‘Elitimiz gölgesinden korkuyor, elitimiz yaşlanıyor’ paragraflarında ortaya koyduğu gerçekler, sanat eğitimi alanındaki en büyük sorun. Var olan sanat eğitiminin sanatçı adaylarını
‘kendi dünyasını’ ya da ‘kendi modelini’ yaratmak açısından yönlendirdiğini söylemek zor. Fakültelerde modernist biçim, içerik ve estetik modeli hantal bir kalıntı olarak duruyor.
Statükocular çoğunlukta
Kuşkusuz, kimi bölümlerde yenilikçi eğitimci/yöneticilerin değişim önerileri, statükocu çoğunluğun inatçılığının kurbanı olmakta. Sanat fakülteleri için köktenci modeller üretmek gerekirken, var olan düzene boyun eğen/ya da düzenden yararlanan eğitimcilerin/yöneticilerin çoğunlukta olması
yüzünden bu gerçekleşmiyor. Özel üniversitelerde sanat eğitiminin daha postmodern modellerle uygulandığı gözlemleniyor disiplinlerarası geçişlerin esnek olduğu, uygulamaların olanaklı olduğu modellerne ki, burada da sanatçılık, kültür sanayii içindeki mesleklerden biri olarak ele alınıp, sanatçı kimliğinin ‘toplumsal’ boyutu göz ardı ediliyor.
Günümüzde sanatın, güzel bir resim ya da heykel yapmanın çok ötesinde bir olgu olduğunu, sanatın her şeyden önce yüksek bir düşünce düzleminde çalışma, sanat sorunsallarını özgün biçimde çözümleme, küresel ve kültürel olguları kavrama becerisinin somut/soyut sonucu olduğunu tartışmasız kabul etmek gerekiyor. Bu hedefler çok sayıda disiplini kapsayan bütüncül bir eğitim gerekitirir. Görsel sanatlar (resim, üç boyutlu yapıtlar, fotoğraf, video, grafik, sanal ortam imgeleri) yazın, drama, dans, müzik, film olmazsa olmaz, ama siyaset ve ekonomi bilimleri, toplumbilim, felsefe vb. de olmazsa olmaz.
Bundan böyle sanat eğitimi bir hiperteknik, hipermetin, hipergörüntü bütünü olarak tasarlanmalı.
YÖK sistemini zorlayanlar
YÖK’ün modernist kalıplarda temellenen, hiyerarşik yapıya dayalı, katı ve boğucu sistemi içinde bu tür bir eğitimi uygulamak zor. Son yıllarda eğitim sistemlerinde bu yönde değişiklik yapmak isteyenler, ancak yönetmelikleri zorlayarak, yan yollara saparak, sponsorlar bularak bazı sonuçlar elde etmeye çalışmakta.
Günümüz sanat eğitimi, daha temel eğitim düzeyinde uygulama olanaklarıyla donatılmalı; bu bağlamda bütün fakültelerde teknik donanımlı işliklerin ve üretimlerin gösterileceği, icra edileceği, sergileneceği alanların sağlanması gerekir. Bu uygulamanın şimdilerde olabilecek en düzgün örneği Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde gerçekleştirilmekte. Bütün fakülte bir uygulama alanına dönüştürüldü ve dış dünyanın ilgisini çekecek mesleki etkinlikler düzenleniyor. Öte yandan, söz konusu alanlarda yetkin uygulama deneyimine sahip olan yerli ve yabancı sanatçıların fakültelerde ‘workshop’ yapabilmeleri gerekir; görünürde yabancı bir sanatçı/uzman trafiği yok! Uygulamalı eğitimin en önemli yönü, öğrencinin gezerek, öğrenmesidir; bunun için burslar gerekir. Bilindiği gibi ‘burs’ ülkemizde çok zor verilir ve kapanın elinde kalır.
Sanat fakültelerinde genel olarak, fakültelerin resim, heykel, grafik vb. bölümlerini bitirmiş sanatçılar ders vermektedir. Bunların bir bölümü, eğitim
sonrasında hemen araştırma görevlisi olarak işe başlamıştır; bir bölümü de dışarda mesleğinde belli bir yere geldikten sonra eğitime yönelmiştir. Özel üniversitelerde bu
eğitimcilerin performansı ölçülebilmekte ve sözleşmeli oldukları için gerektiğinde değişiklik yapılabilmekte. Devlet üniversitelerinde yıllarca aynı kişilerin eğitim verdiği izleniyor, hem de bu eğitimci/sanatçılar sanat ortamında başarı elde edemedikleri halde. Eğer bu eğitimciler yerel ve/veya uluslararası sanat ortamlarında
deneyim kazanmamışsa, etkinlik göster(e)miyorsa, kendini yenilemiyorsa işi sürdürmeleri doğru mu?
Bitirince ne olacak?
Günümüzdeki kültür sanayii oluşumu içinde sanat fakültelerini bitirenler için, serbest çalışma dışındaki iş olanakları medya, basın ve reklam sektörü, mimarlık, mobilya ve dekorasyon şirketleri, büyük şirketlerin kurduğu kültür ve sanat merkezleri ya da halkla ilişkiler birimleri, özel galeriler, müzeler olarak özetleyebiliriz; bu işyerlerinin günümüz sanat üretimine bakışı
da irdelenmesi gereken bir sorun. Bir sanat müzesi/merkezi sistemi olmadığından, örneğin ‘sanat uzmanı/yöneticisi’,
‘sergi/etkinlik yapımcısı’ gibi meslekler için iş alanından söz edemeyiz; bu durumda kişi uluslararası olanaklara yönelmek zorundadır ki fakültelerin bu tür ilişkileri son derece kısıtlı.
Bu sorunların az çok bilincinde olan
sanatçı/yaratıcı olmaya aday olan gençlerin
psikolojisi hiç de iç açıcı değil! Siyasal, ekonomik, toplumsal gerçeklerle hesaplaşmanın
zorluğu karşısında boyun eğme ya da bu hesaplaşmaya olanak tanıyan ülkelere göç etme arasında köşeye sıkışmış durumdalar. Kurumların ve kitlelerin günümüz üretimlerine
bilgisiz/ilgisiz tutumu karşısında yılgınlık ve sanatla hiç bağdaşmayan ‘hiç yoktan iyidir’i benimseme eğilimi de izleniyor.
Kimi zaman çok küçük bir ayrıntı, önemli bir sorunu ortaya çıkarır. Bu yazı da küçük bir ayrıntı sonucu çıktı. Tarihi eser binası olan sanat fakültesinin birinde, koridorun 4m yüksekliğindeki, her nedense sarıya boyanmış duvarlarının üst bölümüne boydan boya kahverengi tahta hatıl çakılmış. Resimler bu tahta hatıldan sarkıtılan çubuk ya da iplerle asılacakmış. Kasapta çengele et asar gibi…