Radikal Kültür Sanat
28/12/2006
Türkiye’de sanatçılar cinsellik ve din gibi tartıştığımız konularda yapıtlar üretse bile seçkinlerin ve aydınların yeterli ilgisi yok. Fuarlar, önemli ölçüde modernist sanatı yineleyen, dekoratif ticari yapıtlarla düzenleniyor
Almanya’nın çağdaş sanat müzeleri toplumu, insan gövdesini ve cinselliği dünden bugüne bütün gerçekliğiyle yansıtan sergilerle sınıyor. Köln Ludwig Müzesi’nde açılan ‘Sekizinci Alan-1960’tan Günümüze Sanatta Cinsiyetler, Yaşam ve Arzu’ sergisi Judith Butler’in, ‘Cinsel kimlik doğuştan değildir, toplumsal ve kültürel bir yapıdır’ savı üstüne kurgulanmıştı. Sergi 82 ülkeden 100’ü aşkın sanatçının transseksüellik, homoseksüellik, interseksüellik, travesti üstüne üretilmiş resim, fotoğraf, video ve yerleştirmesini içeriyordu. (www.museenkoeln.de/museum-ludwig).
Bu sergi biter bitmez Berlin’de Kunstwerke’de Klaus Biesenbach’ın küratörlüğünde ‘İçime/Dışıma’ başlıklı bir sergi açıldı (www.kw-berlin.de). Sergideki metabolizma (yeme, içme, s..ma), üreme (cinsel ilişki, doğum…) ve şiddet (vurma, parçalama, delme…) başlıklı üç bölümde yaklaşık 40 yıldır üretilmiş, gövdeye giren çıkan her şeyi belgeleyen/irdeleyen resim, heykel, fotoğraf ve videolar yer alıyor. Birkaç blok ötede Martin Gropius Bau’da ise Avusturyalı Herman Nitsch’in 60’lı yıllardan bu yana sığırları kesip kanları ve iç organlarıyla gerçekleştirdiği ilkel din törenlerine benzeyen performansları ve bu performansların ürünleri olan kilise mihrapları türünde yerleştirmeler gösteriliyor.
Berlin’de sanatçı ve sanat uzmanları sergileri benim gibi irkilerek gezdiklerini söylediler. Anlaşılan kitle cinsellikle ya da dinle ilgili gerçekleri sanat yapıtları üstünden okumaya alışık ki, sergilere olumsuz bir tepki gelmemiş.
Bu sergiler İstanbul’da gösterilebilir mi? Gösterilmesi gerekirdi! Türkiye şu sıralarda cinsel sapkınlığın ve şiddetin ve cinsel bağnazlığın patladığı bir ülke! Kitle, kitlesel psikopatolojiyi yalnız TV’den ‘reality show’ olarak izleyebiliyor; düşünmek ve yorumlamak için düşünsel bir aracı ya da seçeneği yok.
Kitlesel psikopatoloji döneminde Türkiye insanı sanatı hâlâ güzel sanatlar bağlamında izlemeyi yeğliyor. Örneğin, Almanya’da bu irkiltici sergiler sürerken İstanbul’da düzenlenen Tüyap ve Antrepo sanat fuarlarında çoğunluk resim, heykel v.b. üretimler bu güzel sanat saplantısını tanımlamak için yeterli malzeme sunuyordu. Geleneksel ya da modernist, temsili ya da soyut resim örneklerinin ustaca ya da acemice yinelenmesinden öteye gitmeyen resimler ve dekoratif nitelikli heykelciklerin yarattığı yanılsamalar, duygu ve düş gıdıklamaları günümüz gerçekleriyle ne kadar örtüşüyor? Modern resimler yapıldıkları dönemin ruhunu içerdikleri için özgündür; ancak, bunların benzerlerinin günümüzde yinelenerek çoğaltılması tarih dışı ve bağlamsızdır; ruhsal doyum, boş zamanı değerlendirme, dekorasyon ya da ticari amaç öne çıkar. Şimdiye değin düzenlenen fuarlardaki görüntü ve içeriğe bakıldığında kitlenin talebi ve sanat ticareti yapanların bu kitleye arz ettiği üretim Türkiye modernizminin ve tuhaf bir biçimde Picasso, Matisse ve Klee vb. gibi ressamların üretim yelpazesinin yinelemelerinden öteye gitmedi. Genç sanatçıların bu tür tarih dışı ve bağlamsız üretimlere yönelmiş olmaları da sanat eğitiminin bir sorunu olarak belirginleşiyor.
Bu görüntülere kendini kaptıran, bunların sanat olduğuna inanan, inanmasa bile fuar bir kurum olduğu için sorgulamayan insanlar için düzenlendi bu fuarlar. Bu üretim kitlenin boş zamanlarını değerlendirme gereksinimini, refah toplumu içindeki sınıfsal değişim isteğini ve tüketim ekonomisiyle körüklenen yaşam biçimi dayatmasını karşılıyor. Bu salt tecimsel sanat’tır.
Buna karşın Lütfi Kırdar’daki Contemporary İstanbul, sanatın tecimsel yönünü ortaya koyarken güncel sanat üretiminin farklı boyutlarını göstermek açısından umut verici. Görsel ve nesnel eğretileme olarak tüketimin ve medyanın öngördüğü görüntülerin ötesinde, insanın algılama ve kavrama yeteneklerini sınayan, yaşadığımız dönemin/düzenin eleştirisini içeren, zihinsel, görsel, eylemsel bir üretimi paylaşmaya yönlendiren sanat yapıtları genelde bu fuarlar dışında ve uluslararası kanallarda varlık gösteriyor. Bu üretim kitleyi içinde yaşadığı düzeni, dönemi, sistemi sorgulamaya, düşüncesini çeşitlendirmeye çağırıyor; bir tepkiye ve son kertede siyasal katılıma yönlendiriyor. Bu da sorgulayan sanattır. Sorgulayan sanatın da tecimsel bir değeri olduğu Contemporary İstanbul’da görünür kılındı.
Sergiler getiren devrim yapar
Sanatı, eğlence ve gösteri bağlamında algılayan Türkiye insanı, siyasal, ekonomik gerçekleri, günlük yaşam sorunlarını, toplumsal travmaları, cinsellik sorgulamalarını sanat yapıtları aracılığıyla algılamayı ve sorgulamayı bilmiyor.
Türkiye’de sanatçılar cinsellik ve din üstüne yorumlar içeren yapıtları üretiyor olsalar bile, ki bunu ancak otosansürle yapıyorlar ve her zaman gösterme olanakları yok, kitlenin, seçkinlerin ve aydınların bu yapıtları okuma isteği ve gereksinimi olduğunu söylemek zor. Bu bağlamda sanatçıların ürettiği köktenci görsel, nesnel eğretilemeler toplumu yeterince etkilemiyor. Kitle, seçkinler ve aydınların sanat olarak nitelendirdiği, izlediği ya da satın aldığı resim ve heykellerin yansıttığı görsel tarih dışı düşünce ve algılama durumunun önemli bir epistemolojik sorun yarattığını düşünüyorum. Bu Türkiye’yi AB’den ayıran epistemolojik sorunun, ifade özgürlüğü sorununun da ta kendisi…
‘Sekizinci Alan’ ve ‘İçime/Dışıma’ sergilerini İstanbul’a getirebilen kurum/kuruluş bir devrim yapmış olur!