Radikal Kültür Sanat
19/01/2006
AB bayrağı kullanılarak yapılan iki çalışmanın da gösterdiği gibi Batı cinsel uzva, İslam dünyası ise kara çarşafa odaklanıyor. Her ikisi de erkek egemen kültürünü temsil eden saldırgan imgeler
Gustave Courbet’nin ‘L’origine du Monde’ (Dünyanın Kökeni, 1866) adlı yağlıboya resminin 2005 dijital örneği Avusturya’da EuroPART başlıklı 1 milyon avroluk bir proje kapsamında billboard’larda birkaç gün sergilendi, ama aynı kapsamdaki Bush, Chirac ve Kraliçe Elisabeth’i üçlü cinsel ilişkide bulunurken gösteren fotoğrafla birlikte hemen kaldırıldı. ‘L’origine d’europe’ (Avrupa’nın kökeni) anlamına gelen bu billboard fotoğrafı, Courbet’nin istediği gibi izleyicinin gözünü kadının cinsel uzvuna odaklıyor ama bu kez cinsel uzuv Avrupa Birliği (AB) bayrağı ile kapatılmış. Bu imge, İstanbul Bienali’nde baş köşeye oturan AB bayrağını burka gibi kuşanmış kadının Avrupa karşılığı. AB’de bakış kadının cinsel uzvuna odaklı, İslam dünyasında kara çarşafına…
İki imgeyi yan yana getirince, gerçekte iki imgenin aynı olduğunu ya da benzerlerinin üretilebileceğini, AB’li sanatçı ile Türkiyeli sanatçının aynı düşünce ve imge sistemi içinde düşündüğünü, sanat imgelerinin ‘afiş’ mantığıyla üretildiğini, sanatın şimdiki derdinin gazeteciliğin ve reklamın ürettiği imgelerle başetmek olduğunu düşünebiliriz. Bir de kuşkusuz, ‘kadın imgesi’nin bitmez tükenmez kaynak olarak kullanımına değinebiliriz.
Elektronik imgelerin dayanılmaz arsızlığı karşısında eleştiri ve düşgücü yenilmiş kitleleri dürtmek için ya burnunun ucuna kadar örtünmüş ya da cinsel uzvuna kadar açılmış kadın göstermek gerekiyor. Avusturya’daki billboard’lar kaldırıldı, ama çarşaflı kadın imgesi kara mizah olarak rahatlıkla gösterilebiliyor. Oysa cinsel uzvu açık kadın ne kadar saldırgansa, burgalı kadın da aynı derecede saldırgan. İkisi de erkek egemen kültürün ürünü ve kadını ‘ikinci cins’ ya da ‘değişmez öteki’ olarak tescilliyor. Kadın imgesinin, erkek bakışına estetik-pornografi-erotizm sınırlarında dolaşan biçimlerde sunulmasını, kadın öznesinin ancak bakanın gözünde var olabilmesini aşabilen bir toplum yok, henüz!
Kadın imgesinin sanat yapıtlarında temsil edilmesi tarih öncesi çağlardan günümüze tapılan kadın (tanrıça), anılan kadın (erkek sanatçının ilham perisi), satılan kadın (tüketim kültürünün baş öğesi) olarak sürüp gidiyor. Göğüsler, kalçalar, cinsel uzuvlar romantik/poetik/erotik, her neyse, erkek bakışları için çeşitli biçimler ve malzemelerle yansıtıldı/yansıtılıyor.
‘L’origine du Monde’ ile Picasso’nun Sabancı Müzesi’ndeki ‘Avignon’lu Kızlar’ı (halı olarak) arasında içerik açısından bir ayrım yok; ikisi de kadını ‘gövdesini satan özne’ olarak gösteriyor. Burada değişen şey, temsiliyetin biçimi ve ‘L’origine du Monde’dan zevk alan geleneksel bakış ile Avignon’lu kızlardan zevk alan avantgard bakış arasındaki epistemolojik başkalık…
Gerçekte Picasso’nun parçalanmış kadınları, modernleşen kadının özgürlüğünü, bağımsızlığını, başkaldırısını kaldıramayan ve sindiremeyen erkeğin hırçınlığından başka bir şey değil! Mitolojik sahnelerdeki ülküsel kadın imgeleri ile kübist kadınları yan yana ve aynı zamanda yapmanın nedenlerinden birisi de bu çatışkı. Sabırlı olanlar http://csdll.cs.tamu.edu:8080/picasso/index sayfasında Picasso’nun kadın ile nasıl uğraştığını görebilirler; 9 bin resmin yüzde 90’ı kadın portresi!
Erkek egemen sanatın temsilcisi Picasso bu resimle başladığı kübist üretimini çeşitlendirerek sürdürürken, bu gidişi hiç onaylamayan Duchamp da sanat düşüncesini ve üretimini benzersiz bir biçimde değiştiren işlerini üretiyordu. 1920’de sunduğu Rrose Selavy (Duchamp’ı makyajlı ve şapkalı gösteren Man Ray fotoğrafları) sanat ve kadın ilişkisine neşteri vuran bir iş.
Rrose Selavy’nin açılımı ‘Eros: c’est la vie’dir (Eros yaşamdır). Bu fotoğraf çift kimlik, eşcinsellik, kadın imgesinin erkek imgesine yansıması ve sanat yapıtında kadın temsiliyetinin ikileminin deşilmesi, erkek egemen bakışın kırılması gibi anlamlar içeriyor.
Duchamp, Courbet’nin ‘L’origine du Monde’una en son yapıtı ‘Etant donnes’ (1966) ile yanıt verdi (http://ww w.toutfait.com/duchamp). Bir kapıya açılmış delikten içeriyi gözetlemeye davet edilen izleyici, karşısında cinsel uzvu izleyicinin görüş alanını kaplayan uzanmış bir kadın figürüyle karşılaşıyordu. Bu yapıt, görsel mekânın dişileştirilmesi, bakışın cinselleştirilmesi ve gözetleme eyleminin eğitilmesi anlamına geliyor. Pablo Picasso’nun ve onun temsil ettiği erkek egemen, modernist anlayışın Türkiye’de aydınlar ve genel sanat izleyicisi açısından ne denli benimsendiği/sevildiği tartışmasız. Picasso’nun Türkiye’de tanınmasına Bedri Rahmi Eyüboğlu katkıda bulunmuştur. Onun ve Eren Eyüboğlu’nun resimlerinde derin, belki de fazlasıyla-Picasso izleri vardır. Eren Eyüboğlu, Picasso’nun bir resminin tam kopyasını bile yapmıştır (bkz. Dirimart’ın yayımladığı Bedri Rahmi kataloğu, tarihsiz ve Picasso kopyası olduğu belirtilmemiş).
Modernizmde erkek egemen bakış ve temsiliyet sanatın açılımlarını Duchamp’a rağmen kısıtladı. Ancak 1970’li yıllarda kadın sanatçının kendi gövdesini kendisinin kullanması, bu hakkını en köktenci biçimlere doğru yönlendirmesi ve bunu sanat yapıtına dönüştürmesiyle gerçek kırılma oluştu. Bu kadın sanatçılardan bazılarını (Marina Abramovic, Valie Export, Rebecca Horn, Rosemarie Trockel, Katharina Fritsch and Katharina Sieverding gibi) 90’lardan bu yana İstanbul’daki sergilerde video ya da fotoğrafla belgelenmiş işleriyle gördük. Türkiye’de 2000’li yıllarda kadın sanatçılar (örneğin, Şükran Moral, Canan Şenol, Mukadder Şimşek, Nezaket Ekici) gövdelerini kullanarak tabuları kırmaya çalışıyorlar, ancak sanata modernist erkek egemen bakışla bakmaya koşullanmış izleyicinin onları yeterince değerlendirebildiğini söylemek zor.
Eğer 20. yüzyıl sanat serüvenini 21. yüzyılda yaşamaya başladıysak ve Picasso sergisi geldiyse, hemen arkasına bir Duchamp sergisi yakışır; modern görsel/eleştirel düşünce serüveni Picasso’yla başlıyor ama onunla bitmiyor.