Radikal Kültür Sanat
09/07/2008
Avrupa’da çeşitli ülkelerde düzenlenen forumlar, sivil toplumun kültür yatırımları üstündeki haklarını nasıl koruduklarını gösteriyor. Ayrıca fuar, şirket kültürü, koleksiyoncu üçgeni iktidarının öyle dokunulmaz ve tartışılmaz olmadığını işaret ediyor
Basel’de Türkiye-Almanya maçı oynanırken, komşusu Strasbourg’da Akdeniz bölgesinin sekiz kentinden gelen kültür operatörleri İtalyan sanatçı Michel Angelo Pistoletto’nun kurduğu ‘lovedifference’ vakfı ve Dimitris Konstantinidis’in kurduğu Apollonia ortaklığında düzenlenen bir sempozyumda Akdeniz kültürleri arasında iletişim ve işbirliği olanakları üstüne tartışıyordu.
Maç, sahibi Türk olan bir lokantada hep birlikte izlendi; Yunanlı dostlar Türkiye’yi tutarken ben içimden bu maçı kazanırsak sabaha kadar Türkiye’de bir kaç kişi ölür, bir düzine insan da yaralanır ve aşırı milliyetçi duygular biraz daha cilalanır diye üzülüyordum. Kazanmadık ama yine de kutladık! Orhan Pamuk Nobel, Nuri Bilge Ceylan iki kez Cannes ödülü aldı, ama bu başarıları kutlayamayız! Türkiye insanının değer yargısının zıvanadan çıktığını gösteren bir örnek…
Bu benim Nisan-Haziran arasında Avrupa coğrafyasında katıldığım ve özgür düşünce, yaratıcılık ve üretim koşulları, kalkındırma ve gelişme olanaklarının tartışıldığı üçüncü toplantı. Nisan ayında Üsküp’te, Mayıs sonunda da Faenza’da (İtalya) yapılan toplantılar genel olarak bağımsız kültür odakları ve örgütleri tarafından tartışma ortamı açmak, var olan sistemi irdelemek, içinde yüzdüğümüz iletişim çağında iletişimsizlik denizinde boğulmadan kalmak ve yeni iletişim ağları kurmak için sürdürdükleri bir iş. AB kültür sisteminin devlet ve yerel yönetim kanadındaki bürokratların bu tür sivil girişimlere destek vermemek gibi bir hakları yok; bu tür bölgesel ya da uluslararası iletişim toplantılarına, toplantının yapıldığı kentin ya da bölgenin yüksek bürokratları da katılmak zorunda kalıyor. Şimdilerde AB ülkelerinde kültür ve sanat sektörü ile devlet ve yerel yönetim arasındaki ilişkiler bu tür forumlarda şekillendiriliyor. Sanatçılar ve kültür operatörlerinin eleştiri, istek ve dilekleri bu forumlarda resmi kültür politikalarını belirleyen insanlara doğrudan aktarılıyor. Toplantıların sahibi sivil örgütler ve bağımsız kültür odakları olduğu için dışarıdan dayatılan bir gündem yok. Bu işleri yürüten bireyler ve sivil örgütler neo-liberal, neo-nasyonalist politika ve ekonomilere karşı olduklarının ve bu yöndeki gelişmelere direneceklerinin işaretini veriyor. Bu direnişin ve değişim isteğinin sanat yoluyla nasıl gerçekleştirileceği konusunda yöntem geliştirenlerden birisi de 1970’lerin sanat akını Arte Povera’nın öncülerinden Michelangelo Pistoletto.
İstanbul sanat ortamı, sanki son 30 yılın sanatını yeterince anlamış ve tüketmiş gibi bugün yaşları 60-70 olan, sanat kavramları ve değerlerinin keskin değişimlerini gerçekleştiren sanatçıları unutmuş görünüyor; oysa 1933 doğumlu Michelangelo Pistoletto gibi birçok sanatçı yapıtları ve eylemleriyle Avrupa kentlerinin toplumsal alanını etkilemeyi sürdürüyor. Pistoletto daha da ileri giderek sanat üretiminin kapitalist sistem içinde metalar arasında bir meta olması ve giderek içeriğini ve etkisini yitirmesinin altını çizerek yeni bir sanat yapma biçimi öneriyor. Sanat ve Eylem sözcüklerinin bireşimi olan Artivizm (Art- Activism). Bir bakıma bu, bugün kapitalist sistemin cimri davrandığı, sanat piyasasının görmezden geldiği bütün sanat üreticilerinin kullandığı bir yöntem; toplumsal doku içine girerek mikro-ekonominin yöntemlerini kullanarak, nedense hala var olan dayanışma erdemine sığınarak üretim yapma yöntemi. Bu arada para kazanıp varlığını sürdürebilmek de olasılıklar içinde. İstanbul’daki sanatçı girişimleri de bu kategoriye giriyor.
Pistoletto, bir Akdenizli sanatçı olarak, Artivizm temelinde bütün bağımsız sanatçı girişimlerinin, sanat ve kültür kuruluşlarının, sivil örgütlerinin bir Akdeniz Parlamento’su kurmalarını öneriyor. Akdeniz konusunun gündeme gelmesinin Sarkozy önderliğinde gelişmekte olan Akdeniz Birliği ile bir ilgisi var mı, bilemiyorum, ancak Pistoletto’nun bu konuyu somut bir proje olarak gündeme getirmesi ve kurmakta kararlı olmasının nedenlerini tahmin etmek güç değil. AB’nin batı ve kuzey ülkelerinin çoktan bütünleşmiş kültür sisteminin yetkinliği ve ezici üstünlüğü karşısında Akdeniz ülkelerinin köhnemiş kültür politikaları yüzünden geri kalmış kültür sistemi giderek daha soluklaşıyor. Ama bu coğrafyanın sanat doğurganlığı da sürmekte; sistem geri kalırken yaratıcılık kabına sığamıyor ve uluslararası sanat kanallarında hak ettiği yeri kapmaya çalışıyor. Sistemle sanat üreticisi arasındaki bu uyuşmazlık had safhaya gelmiş durumda. Özellikle Akdeniz’in Afrika ve Asya kıyıları (Türkiye’de içinde olmak üzere) AB ülkelerine sanat içerikleri ve estetikleri ihraç ediyor ve AB kültür odakları ve toplumları için neo-egzotik görsel üretim oluşturuyor.
Avrupa için bir ruh
Nisan’da Makedonya Parlamentosu, Avrupa Parlamentosu, ‘A Soul for Europe’ (Avrupa için bir ruh/Berlin) girişimi ve Felix Meritis Vakfı (Amsterdam) destekli Üsküp Forum’u da Makedonya’dadüzenlendi. Avrupa Parlamentosu’ndan üyelerin, Güney-doğu Avrupa ülkelerinden temsilcilerin ve Türkiye’nin katıldığı forumlar (daha önce Pec ve Belgrad’da yapıldı) kültürün yerel boyutlarına ve gerçek üreticilerine odaklanmayı, Avrupa’da kökenlerini besleyen, açılımlı bir kültür ortamı kurmayı amaçlıyor. Yeni bir kültür demokrasisi yaratmak için sivil toplumla karar odakları ve resmi görevlilerin bir araya gelmesi sağlanıyor. Üsküp forumunda konuşan Britanyalı yazar Simon Mundy, Avrupa kültürünün kimliğinin ulus yapısında değil kentlerde ve bölgelerde olduğunu dolayısıyla geleceğin kültürel yapısının trans-kültürel olduğunu, ulus devlet ideolojisinin zayıflamasını sevinçle karşıladığını söyledi. AB kültür sisteminin eleştirisinin, sanat piyasasının sanat üretimi, ekonomik değişimlerin kültür yapıları üstündeki etkilerinin tartışıldığı Faenza’daki tartışma ve iletişim forumuna da İtalya’nın bölge yönetimleri, resmi ve bağımsız kültür kurumları, AB ülkelerinin ünlü kültür ve sanat kurumlarının yöneticileri ve küratörleri katıldı. Türkiye’den Vasıf Kortun ve ben farklı oturumlarda İstanbul sanat ortamı üstüne görüşlerimizi açıkladık.
Bu forumlar AB ülkelerinde sivil toplumun ve bireyleri, kamu ve özel sektör kültür yatırımları, üstündeki haklarını nasıl koruduklarını ve bu hakların alanlarını nasıl genişletmeye çalıştıklarını açıkça gösteriyor. Bunun ötesinde, sanat piyasalarında işleri iyi gidenlerin toz kondurmadığı fuar, şirket kültürü, koleksiyoncu üçgeni iktidarının öyle dokunulmaz ve tartışılmaz olmadığını işaret ediyor. En azından bu üçgenin gücünün ulaşamayacağı yaygınlıkta bir kamuoyu, sanat ve kültürün ancak sanatçı-izleyici-kuramcı üçgeniyle tamamlanabileceğini gündemde tutuyor. Anlaşılan, AB’de kültür ve sanat işleri neo-liberal yönetimlere karşın -bizde uygulandığı gibi- parayı veren düdüğü çalar
, şeklinde yürütülemeyecek! Birileri parayı verecek ama düdükler birlikte ya da parayı alan tarafından çalınacak!
http://www.apollonia-art-exhanges.com/;
http://www.berlinerkonferenz.eu/; http://www.festivalartecontemporenea.it/; http://www.good-will.it/