Sanata da tasfiye lazım

Radikal Kültür Sanat

19/11/2002

Baselitz Almanya, Whiteread İngiltere, Munoz İspanya, Viola Amerika için birer sanat markası. Ama bir Türkiye markası yok. Siyasette olduğu gibi sanatta da ‘tasfiye’ dönemi başlamalı

İSTANBUL – Son iki aydır sanat etkinliklerinde bir enerji var; sanki ekonomi ve siyaset çıkmazları sollanıyor. Bu sergilerdeki yapıtlarda ve açık oturumlardaki tartışmalarda açıkça izleniyor. Yapıtların içeriği ve estetiği, etkinliklerin sıklığı Türkiye’deki genel kültür/sanat beklentisinin üstünde bir grafik çiziyor. Bu bağlamda, 90’lı yılların ortasında sanat sahnesine çıkan kuşak olgunlaştı ve kendine güvenen bir konuma geldi, daha genç sanatçıların da oldukça hazır bir ortamda kendilerini gösterme olanakları çoğaldı, özel sektör-sanat ilişkisi de

çeşitlendi, bilinçlendi gibi saptamalar yapılabilir…

Örneğin, İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Merkezi’nde, 23-24 Ekim tarihlerinde gerçekleştirilen 11. Ulusal Kalite Kongresi’nde ‘Türkiye Markası’nda Sanatın Rolü’ başlıklı bir oturumun yer alması özel sektörün

sanata ilgisinin bir göstergesiydi. Hülya Aksular, Gürer Aykal ve benim katıldığım oturumu Borusan Holding Genel Müdürü Agah Uğur yönetti.

Gerhard Richter, Georg Baselitz Almanya için, Damien Hirst, Rachel Whiteread İngiltere için, Juan Munoz İspanya için, Bill Viola ABD için birer sanat markasıdır; çünkü arkalarında onları marka yapmak üzere bir sistem var. Bugüne değin dünya fuarlarına ve bienallerine çıkabilen sanatçılarımızın ürünleri ise Türkiye markası oluşturmak üzere programlanamadı.

Katıldığım başka bir oturum

2 Kasım’da Bir Kültür Sanat Merkezi’nin Beylikdüzü TÜYAP Artistanbul Fuarı’nda düzenlendi. Proje4L’nin kurucusu mimar Can Elgiz ve Galerist’in yöneticisi Murat Pilevneli’nin de katıldığı oturumu sanat tarihçisi ve sergi yapımcısı Levent Çalıkoğlu yönetti. Bu kez sanat yapıtlarının dolaşımı ve bu dolaşımda işlev taşıyan aktörler üstüne konuşuldu; ne ki salondaki az sayıda izleyici kitlesinin bu açık oturumun hedef kitlesi olmadığı

açıktı. Fuara katılmış olan galericiler bu ‘dolaşım’ı hiç gündeme almıyorlar anlaşılan.

İzleyici/alıcı/aydın kitlesinin resim yapıp satmayı ‘boş zamanları değerlendirme’ ya da ‘ün ve para kazanma’ aracı olarak kullananları

‘sanatçı’dan ayırt edememesi de bu fuarlar dolayısıyla belirginleşiyor. Basın ve medya genel olarak bu sıradan/ticari üretimleri överek gündemde tutuyor. Türkiye Modernizmi’ni (1900-1960) oluşturan ciddi üretimler, koleksiyoncular için iyi bir yatırım aracı oldu; ve bunlar -fuarlarda ve hatta müzayedelerde görünmediğine göre- artık dolaşmıyor. Fuarlarda ve müzayedelerde sergilenen resimler genelde ikincil/üçüncül üretimler. Bunların bir piyasası olabilir; ancak bu piyasadaki ürünler Türkiye için, Kalite Kongresi’nde sözü edilen ‘sanat markası’nı asla oluşturamaz!

Bu fuarlar olurken İstanbul’da başka sergiler de açılıyor ve sanat izleyicisi/alıcısı/aydını rehavetinden ve masumiyetinden vazgeçmek zorunda kalıyor. Örneğin, Karşı Sanat Galerisi’ndeki Levent Çalıkoğlu’nun

‘Tehlikeli Şeyler’ sergisinde, TÜYAP’ta Eczacıbaşı Topluluğu’nun 60. kuruluş yılı dolayısıyla Ali Akay, Haşim Nur Gürel ve Levent Çalıkoğlu’nun

’60 Yıl 60 Sanatçı’ sergisinde, Borusan Sanat Galerisi’nde New York’lu küratör Michele Thurz’un ‘Fetişler’ sergisinde yapıtlar, konvansiyonel resim ve heykelle yapılması artık olanaksız köktenci sorgulamaları içeriyor(du). Bu bağlamda Fulya Erdemci’nin ‘Yaya Sergileri’ni Fransız Kültür Merkezi’nde Ahmet Elhan- Nazif Topçuoğlu-İnci Eviner sergisini, PG Sanat Galerisi’nde Kezban Arca’nın oyuncaklarla yaptığı kolajları da sayabiliriz.

Tıpkı siyaset sahnesinde olduğu gibi, sanat sahnesinde de günümüz sanatını anlama/kavrama/yorumlama güçlüğü çekenler, uluslararasılaşma/küreselleşme sürecinin önünü tıkayanlar için bir ‘tasfiye’ dönemi başlamalı. Gerçi, sanat üretiminin içinde olan aktörler (sanatçılar ve sanat işleriyle uğraşanlar) genelde modernizmin tamamlanmamışlığı, uluslararası sanat ortamı ile ilişkilerin kopukluğu, zengin sınıfın sanat ve kültür yatırımlarının isabetsizliği, devletin ve yerel yönetimlerin kültür politikalarının geri kalmışlığı, aydınların tek boyutlu bakışı gibi sorunların üstesinden gelme zamanıdır diyor, ama bir türlü yozlaşmış sistemin zırhını delip Kiklop’un gözüne mızrağı saplayamıyor.