Radikal Kültür Sanat
17/08/2004
Bosna-Hersek’teki kültür sanat ortamına Türkiye de sanatçıları, küratörleri ve devlet kaynaklarıyla katılıyor. Kendi evimizde ise yaratıcı sanatçılar için hiçbir şey yapmayan bakanlık ‘Proje yok’ diyor
Büyüsü bozulmuş dünyada felaketleri kültürle onarmanın geçerli olduğunu görmek umut verici. Mostar Köprüsü’nün özgün taş ve yöntemlerle yeniden inşa edilmesi ve kilit taşının yerine oturtulması ikiz kulelerin yerine teknoloji harikası bir gökdelenin yapılmasından daha anlamlı geldi insanlara… Darısı, kanlı savaşta müzeleri, ören yerleri talan edilen Iraklıların başına… Bakalım onlar savaşın nasıl üstesinden gelecekler ve yaralarını kültürle sarmayı bilecekler mi?
“Sanat kötüyü ve yıkıcıyı yener. Kültüre yatırım stratejik birikimler yaratır. Kültür ekonomik ve toplumsal gelişmeyi hızlandırır. Kültür hoşgörünün anasıdır. Kültürlerarası diyalog zenginleştirir. Evrensel sanat dili birleştiricidir.” Bu sözler, Saraybosna’da kurulmakta olan Ars Aevi müzesinin manifestosunu oluşturuyor. Renzo Piano’nun elinden çıkacak bu müzenin koleksiyonu hazır. Daha doğrusu, koleksiyonun Avrupa ve ABD üretimini temsil eden bölümü hazır da Türkiye, Ortadoğu, Güney Kafkasya çağdaş sanatını gösteren bir koleksiyonun İstanbul’da yapılacak bir sergiyle Saraybosna’ya sunulması bekleniyor. Yani Türkiye Mostar Köprüsü’ne
kilit taşını nasıl yerleştirdiyse, böyle bir koleksiyonu da Ars Aevi müzesine yerleştirebilir, düşüncesi var…
Saraybosna’da ‘Kayıplar’
Gerçi, Türkiye Saraybosna’ya çok işlevli ve çok beğenilen bir kültür merkezi armağan etmiş. Büyükelçi Ahmet Erozan’ın girişimiyle Başçarşı semtinde, Saraybosnalı bir mimar tarafından inşa edilen dört katlı merkez, büyükelçi Sina Baydur tarafından açılmış. Baydur, 13 Temmuz’da Serebrenika katliamı anma günlerinde, binanın en üst katında, Andrej Derkovic’in Saraybosna Sanatçılar Birliği’nde açtığı ‘Kayıplar’ sergisi ve Serebrenikalı Kadınlar Derneği onuruna bir öğle yemeği verdi. Aşağıdaki sergi salonlarında ise Saraybosnalı sanatçıların Mostar Köprüsü için ürettiği resim ve fotograflar yer alıyordu. Yöneticisi Nermin Ljusta Türkiye’deki sanat ve kültür kurumlarının ilgisi ve işbirliğini bekliyor…
Andrej Derkovic, Sırp ve Hırvat asıllı bir sanatçı olarak, Serebrenikalı Müslüman kadınların mezarların açılması için verdikleri mücadeleye bir sergiyle katkıda bulundu. Sergide, kayıp 7 bin kişiye karşılık simgesel olarak 700 kişinin adı Brail alfabesiyle yazılmış olarak izleyicinin dikkatine sunuldu. Sanatçı, dünya kamuoyunun gözlerinin görmediğini dokunarak keşfetmesi belki sonuca ulaşmak için daha etkili yöntemdir diye düşünüyor. Küratörü olma onuruna sahip olduğum sergi, Avrupa’nın birkaç kentini gezecek.
Kentin Osmanlı kesiminin en görkemli binası kuşkusuz, Miljacka Irmağı kıyısında yükselen Saraybosna Milli Kütüphanesi. Kütüphane daha savaşın başında Sırp topçusunun ana hedefi oldu ve 10 binlerce kitap yandı. Şimdilerde Avusturyalılar -özgün malzeme ve yönteme sadık kalarak- binanın ortasında yer alan kubbeli altıgen salonu onarmışlar.
1970’li yılların İtalya kaynaklı sanat akımı Arte Povera’nın en güçlü sanatçılarından Yunan asıllı İtalyan Jannis Kounellis, Ars Aevi Müzesi’nin davetiyle bu kütüphane için bir yerleştirme gerçekleştirmiş. Kounellis’in hüzünlü bakışlı portresi kentin billboard’larında, sergiyi -belki kütüphaneyi ‘tavaf’ etmek için- her gün 200-300 arası kişi geziyor…
Onarılmış altıgen avlunun arkadaki karanlık ve yıkık mekânlara açılan sütunlu ve ayaklı açıklıklarını bir ‘kapı’ olarak tasarlayan Kounellis, bu kapıları binanın yıkıntılarından topladığı taşlarla, Bosna Hersek Üniversitesi Kitaplığı depolarından getirtilen kitaplarla, çuvallarla, dikiş makineleriyle, rulo yapılmış kurşun levhalarla kapatarak, doldurarak mühürlemiş. Burada bir ‘kapıyı kapatma’ yoluyla savunma ve güvenlik sağlama metaforu söz konusu. Bruno Cora ve Asja Mandic küratörlüğünde, yapımı bir ay süren bu yerleştirmenin parasal desteğini Bosna Hersek’in kalkınmasında en büyük payı olan ülkelerden birisi olan İtalya (Dışişleri bakanlığı, SACE, Roma Belediyesi) sağlamış.
Saraybosna halkı, kültürünü her şeye karşın yeniden kurma eylemiyle eşsiz bir örnek oluşturuyor. Benim dikkatimi çeken husus, bu kentteki kültür yapılandırmaları ve etkinliklerinin işbirliği ve uyum içinde gerçekleştirilmesi; sanırım bu savaş deneyiminin yarattığı bir dayanışma. Kıssadan hisse çıkarmak olacak, ama yıllardır -barış demek zor- varlık içindeyiz, iki ucunu bir araya getirip, dünyayla kültürel alışveriş içinde kültür ve sanat merkezleri kuramadık ve AB sanat ve kültür sistemine yanıt verecek özerk ve bağımsız kültür odakları oluşturamadık.
Sayın Bakan biliyor mu?
Şimdilerde, Türkiye’nin güncel sanat ortamından tümüyle kopuk bir kültür politikası(zlığı) sürdüren Kültür Bakanlığı’nın, sanki bugüne değin bütün görevlerini yerine getirmiş gibi, özel sektöre, hadi artık sıra sizde, pamuk eller cebe, kültürel mirasa sahip çıkın dediğini öğreniyoruz. Yap, işlet, devret filan gibi bir durum! Bir çeşit ‘hızlandırılmış kültür’e hazır olalım; çünkü sayın bakan, kültürü oluşturan yaratıcı insanlara ve güncel kültür üretimlerine yatırım yapın demiyor!
Sayın bakan, acaba bu ülkenin yaratıcı insanlarının yıllardır nasıl ayakta durduğunu merak ediyor mu? Ben yanıt vereyim: Yaklaşık 30 yıldır özel sektör desteklediği için! Örneğin, 2003 Mayıs ayında makamınıza kadar gelip destek istediğimiz ve vermediğiniz Venedik Bienali Türkiye Pavyonu da özel sektör tarafından gerçekleştirilmişti… Sayın bakan, ben de şu soruyu soruyorum: Proje yok dediğiniz bu ülkede Kültür Bakanlığı’nın bu ülkenin yaratıcı insanlarını destekleyen herhangi bir projesi var mı? Varsa, bu projeleri bakanlığın web sayfasında yayımlayabilir misiniz?