Resim çerçevesinde kopan fırtına

Radikal Kültür Sanat

06/06/2005

Türkiye gündeminde Fikret Muallâ tablolarının orijinalliği ve Akdeniz Heykeli’nin yerinin değiştirilmesi gibi günümüz sanatıyla ilgisi olmayan sorunlar tartışılıyor. Oysa bu yaz iki dev etkinlik, Venedik ve İstanbul bienalleri gerçekleşecek

VENEDİK – 77 ülkenin, yüzlerce sanatçı, sanat uzmanı, binlerce gazetecin katıldığı 51. Venedik Bienali önümüzdeki hafta açılacak. Turizmin kaçınılmaz saldırısını bir kader olarak sineye çeken Venedik, maddi ve manevi kapasitesinin üstündeki bienal kalabalığını karşılamadan önce son hazırlıklarını yapıyor; örneğin bir havaalanı ve bir vaporetto grevi yapıldı…

Bütün oteller ve kiralanabilecek apartman katları (haftalık kiralar 1000-2 bin avro arasında) şu anda dolmuş durumda.

Tuhaflık şu ki, 77 pavyon arasında İtalya Pavyonu yok. Konu kimi eleştirmenlerce ele alınmış ve eleştiriliyor. Bienalin işletme müdürü David Croff (adı yanıltmasın kendisi İtalyan) 2007’de özel bir İtalya Pavyonu yapılacağı sözü vererek şimdilik ortalığı yatıştırmış. Bienalin iki uluslararası sergisinde (İspanyol küratörler Maria de Corral ve Roza Martinez) yalnız 3 İtalyan sanatçı yer alıyor: Monica Bonvicini (İstanbul Modern’deki kırık camlı merdivenin sanatçısı), Bruna Esposito ve Francesco Vezzoli. Venedikli sanatçı Fabrizio Plessi’nin 40m yüksekliğindeki mülti medya enstalasyonu da Giardini’nin girişinde yer alıyor. Maria de Corral’in sergisinde Batı’nın Agnes Martin, Francis Bacon, Donal Judd gibi artık hayatta olmayanlar da dahil büyük ustaları var… Martinez’in sergisi daha eklektik ve genç; ancak onun listesi de çok bildik adlarla dolu. Altın Aslan ödülü ise bu yıl ABD’li sanatçı Barbara Kruger’e veriliyor.

İki uluslararası sergi ve ulusal pavyonlar dışında, kentin içindeki olabilecek her yerde yan sergiler ve etkinlikler var (bkz.www.labiennale.org). AB anayasasının Fransa ve Hollanda tarafından reddi bu kentte pek bir yankı bulmadı; kendi sorunlarına gömülmüş bir ada burası… Ulusal ve yerel televizyonların ana konuları da ekonomi, yerel siyaset ve Irak’taki güncel olaylar olarak sıralanabilir.

Türkiye’yi Radikal’in web sayfasından izliyorum; sanat olayları açısından Türkiyede içe dönük bir ada gibi…

İki olay İstanbul sanat ortamını çalkalıyor: Fikret Muallâ sahteleri ve Koman’ın Akdeniz heykeli.

Uzaktan düşünüldüğünde bu iki olay her şeyden önce İstanbul sanat ortamının tartışma tercihlerini ve düzeyini gösteriyor. Yaklaşık 30 yıldır sanat pazarında önemli bir yeri olan, sahteleri yapıldığı bilinen, ama Türkiye modernizmi içinde -eğer Türkiye’deki modernizm uluslararası kriterlerle ele alınırsa- arka sıralarda yer alması gereken bir resim çevresindeki bu tartışma terim yerindeyse incir çekirdeğini bile doldurmuyor.

Biçimsel bir ütopya

Şunu sormak gerekiyor: İstanbul Modern gibi yerel ve uluslararası sanat ortamının ilgi ve umutla beklediği ve izlediği, içerik olarak henüz değilse bile biçim açısından gerçeklemiş bir ütopya bu tartışmanın odağı mı olmalı? Bu tartışmayı uluslararası ortama nasıl anlatabiliriz? Gündemimiz, Türkiye’de yaşamamayı seçmiş, Paris’te yoksulluk içinde ölmüş, 20.yy başı Fransız ekspresyonizmini ve Paris’in gündelik yaşamını küçük resimlerde yinelemiş Fikret Muallâ mı diyeceğiz? İstanbul sanat ortamı 9. İstanbul Bienali’ne hazırlanırken, tartışmamız gereken konu bu mudur?

Türkiye modernizminin en önemli temsilcilerinden, ancak yine bütün üretimini Türkiye dışında yapmış olan İlhan Koman’ın retrospektifi Türkiye’deki genelgeçer heykel sendromunu dürtükledi. Heykellerin bir yerden bir yere taşınması ve o sırada da yok edilmesi Türkiye’de çok bilinen bir işlemdir. Örneğin Adem Yılmaz’ın Taksim Parkı’na tümüyle yasal koşullarda yerleştirilmiş heykeli taşınırken yok edildi; Mümtaz Işıngör’ün Ihlamur kavşağındaki aynı koşullarda yerleştirilmiş heykeli bir otoyol köprüsü yakınına taşındı…

Sanat ayağınıza geldi!

Şimdi sıra Akdeniz heykelinde. Bu heykel Galatasaray’a, görüş uzaklığı çok kısa olması yetmiyormuş gibi, tam Sadi Çalık’ın bambaşka amaçlı heykelinin dibine yerleştirildi ve bu ‘çok hoş bir eylem’ olarak görülüyor! Heykelin izleyicinin ayağına getirilmesi gibi inanılması güç bir sanat görüşü… Şimdi heykel orada mı kalsın yoksa başka bir yere mi taşınsın tartışılıyor! İlhan Koman’ın modernist öncülüğünün tadına ve ayırdına zamanında varamadığımızın ne denli epistemolojik bir vahamet olduğu gerçeğini tartışmıyoruz, heykeli kentin içinde zevkimize göre gezdirmeyi tercih ediyoruz.

Kanımca, bunlar günümüze özgü sanat ideolojileri, kriterleri, amaçları ve estetiği ile hiçbir bağlantısı olmayan, Türkiye sanat ortamındaki sorunlar, değişim ve dinamiklerle hiçbir ilgisi olmayan, kişilerin ve kurumların istekleri, zevkleri ve çıkarları çevresinde gelişen yerel, duygusal ve yine epistemolojik tuhaflıklar…

Neyse ki, Venedik ve İstanbul bienalleri önümüzdeki dönemde sanat gündemine oturur ve bunlar da hızla unutulur gider.