Müzelerde insan eksiği var

Radikal Kültür Sanat

11/06/2001

Dünya müze yöneticileri Salzburg’da bir araya geldi. Toplantıda ‘gündem’i müzelerin içeriğinden çok, mali ve idari sorunlar ile uluslararası sermayeyle ilişkiler gibi konular belirledi

Dünyanın en önemli sanat müzelerinin yöneticileri Salzburg’da biraraya geldi. Beş kıtadan müzeci, sanat tarihçisi ve küratör müzelerin 21. yy’da nasıl bir işlev, içerik ve estetikle donatılacağı üstüne tartıştılar. 23 Mayıs’ta sona eren bir haftalık Salzburg Semineri’ne katılanların çoğu ABD müzelerindendi. Her nedense, 1980’lerden bu yana kurdukları müze ağıyla dünyaya örnek olan Fransa ve Almanya bu seminerde temsil edilmiyordu.

The New York Times’ın sanat eleştirmeni Michael Kimmelman konuşmasında yüksek kültür ve yüksek tüketim arasındaki ilişkilere değindi, büyük müzelerin büyük sanatçılar yanında Armani, Jaqueline Kennedy gibi büyük markaları sergilediklerini belirtti. Tate’in ulusal ve uluslararası programlar müdürü Sandy Nairne’nin ‘Tate’in Verdiği Ders: Başarı ve Sürdürülebilirlik Konuları’ başlıklı konuşması yeni Tate’in neden kurulduğunu (herhalde eski müzenin içi yapıtla dolup taştığı için) açıkladı ve Thames Dome’unun bütün beklentilere karşın yeni Tate kadar başarılı olmadığının altını çizdi; yani New York’daki duruma göre Londra’da yüksek kültür henüz tüketime yenik düşmemişti. The British Museum işletme müdürü Suzanna Taverne, müzelerin artık devlet parasıyla değil özel sektörün parasıyla ayakta durabildiğini, dolayısıyla sponsorlarla ilişki kurmanın bir meslek durumuna geldiğini açıkladı.

Karlsruhe Sanat ve Medya Merkezi başkanı ve yöneticisi Peter Weibel’ın ‘Yeni Medya ve Teknolojilerin Müzelere Etkisi’ başlıklı bildirisinde kimi müzecilerin nasıl çağın gerisinde kaldığını dinledik.

Batı dışındakilerin işi zor

Konuşmalar sonrasında 20. yy’ı kolonyalizm, diktatörlük, geri kalmışlıkla geçiren ülkelerin, Avrupa ve ABD müzeleriyle aralarındaki açığı kapatmalarının zor olduğu gibi bir ortak payda çıktı. Seminer, müzeiçerikleri ve bu içeriklerin oluşturduğu

‘tarih görüşü’ ile söylemlerden çok yönetim, finans ve kitleyle iletişim konuları üstüne yapılanmıştı. Sonuçta, 21. yy’da müzelerin dünyayı kitlelere nasıl göstereceği üstüne gidilmedi; üstüne gidilmediği için söz konusu sorunlu ülkelerden gelen seminer üyelerine de fazla söz düşmedi.

ABD’li ve Büyük Britanyalı konferansçılar, müzelerinin ziyaretçi yitirme sakıncasıyla karşı karşıya olduğunun hafifçe altını çizdiler, ama çare bulduklarını söyleyemediler. Bütçe, yönetim ve içerik açısından ‘özerklik’, ‘bağımsızlık’ koşulu vurgulandı, çokuluslu iş dünyasına çekici gelecek tanıtım yöntemlerinin kullanılması tavsiye edildi ve tüketimle flört etme aklandı.

Bu seminerde uygarlıkların beşiği olan bölgelerdeki eski eser kaçakçılığı, 19. yy’da kurulmuş müzelerin emperyalist içeriklerinin sorgulanması, tarihi yeniden düşünmek, kültürleri yeniden tanımlamak gibi konulara hiç değinilmedi. Bu arada, Batı başkentlerindeki müzelerin kitle ile ilişkisindeki sorunların, toplumların heterojenliğinden kaynaklandığını ve müzelerin sonuçta bir nesne hapishanesine dönüştüğünü belirten iki çıkışım suskunlukla geçiştirildi ve yapısökümcü tartışmanın bu seminere pek uğramayacağı anlaşıldı.

İstanbul’daki yanıt İstanbul’a dönünce, aylardır gerçekleştirilmesine tanık olduğum

‘Aynalarımı İstiyorum’ sergisine gittim ve ‘işte bu sergi Salzburg Semineri için ilginç olurdu’, diye düşündüm. Çok küçük ölçüde bile olsa, Hakan Akçura’nın sergisi gelecekte müzelerin/sanat merkezlerinin nasıl olacağına ilişkin ipuçları veriyor. Tam da Peter Weibel’in belirttiği gibi, bundan böyle ‘nesneler’ değil, ‘iletişimler ve projeler’ müze ve sanat merkezlerinin içeriğini oluşturacak.

Akçura ve yaklaşık 200 kişinin oluşturduğu sergi, sanat yapıtını ve içeriğini iletişim aracına dönüştürüyor. Bir yandan içinde neo-fluksus denilebilecek özellikler barındırıyor (başı ve sonu olmayan bir oluşum süreci, diyaloglar, disiplinlerarası geçişler, kendiliğindenlik), bir yandan da sanat üretimini sanal ortama taşıyarak güncel ve geleceğe yönelik bir oluşumu sorguluyor/sorgulatıyor. Sergi durgun ve iletişimsiz bir sanat ortamının kışkırtılması gibi bir gereklilik üstüne temelleniyor ve beklenmedik bir biçimde amacına ulaşıyor; 80 ayrı meslekten kişinin, kendini/ötekini araştırmak, sorgulamak, anlamak üstüne üretime girişmesi, kendini hiç sınamadığı bir alana teslim etmesi… Uzun süredir yaşanmayan deneyimler yaşanıyor, bu sergide.

‘Aynalarımı İstiyorum’ 30 Haziran’a kadar Dulcinea’da görülebilir. Tel: 0 212 245 10 39