Radikal Kültür Sanat
18/07/2005
Haydarpaşa projesi, Fatih heykeli gibi fikirler İstanbul için birer ütopya gibi gösteriliyor. Bu projeleri ortaya atanların kimlikleri ve konumları ne tür şehircilik felaketleriyle karşılaşacağımızı da gösteriyor
22.Dünya Mimarlık Kongresi’nde İstanbulgeçmişi ve geleceği açısından sorgulanırken, yerel yönetimler -kuşkusuz devlet desteğinde- İstanbul’a topyekûn yeni bir görüntü verecek projeleri uygulamaya koyuyor. Topyekûn, çünkü değişim tümüyle bir üstbaşlığa göre -küresel kapitalizmin ideolojik yapısına göre-planlanıyor. Yeni çünkü değişime girmesi istenen alanlar tarihsel/geleneksel/toplumsal dokuyu değiştirmek üzere planlanıyor.
Topyekûn ve yeni kavramlarını modernizm sever. Topyekûn kayıtsız şartsız bir türden, her şeyi kapsayan gibi özellikleri içerir. Yeni de geçmişe/geleneğe, karşı/karşın, saltık değişim/dönüşüm ve ütopyayı işaret eder.
Modernizm sürecinde geleneksel yapıların ütopya ve yenilik uğruna değiştirilmesinin sonuçları İstanbul’da geri dönülmez ağır yanlışlar olarak tescil edilmiştir.
Modernist düzenin tekdüzeleştirdiği kentlerde yaşayan uluslararası uzmanlar, içinde yaşamadıkları için İstanbul’u ‘heyecan verici bir kaos’ olarak tanımladılar ve değişimlerin çok dikkatli yapılmasını önerdiler. Açıklanan projeler ise tam bunun tersini işaret ediyor: Kaosun doğallığını ve heyecan verici yönünü yok edip, yerine küresel tüketimin ruhsuzluğunu ve tekdüzeliğini yerleştirmek…
Bu projeleri gündeme getiren kişilerin kimlikleri ve konumları, ortaya çıkacak yeni düzenin/görüntünün belirleyici öğesidir. Konu mimari dokunun-kuşkusuz mimari dokuyla birlikte toplumsal/kültürel dokunun -değişmesi olduğuna göre, umarız değişimi gerçekleştirecek olanlar yetkin yöneticiler ve uzman kişilerdir. Ne ki, günümüzde hiçbir yetkinlik ya da uzmanlık, tepeden inme topyekûn ve yeni projelerin uygulanması için yeterli olmuyor; çünkü yenilik ve topyekûn değişim günümüzün mega-sorunlu ortak yaşam koşullarının ve epistemolojik yapısının karşılığı değil.
Zihin kirliliğinin sonucu
Bu yeni projelerin ‘ütopya’ duygusu uyandırması ya da kitleye böyle sunulması büyük yalandır. Modernizmin büyük iyileştirici ütopyalarının -bunların çok azı gerçekleşmiştir- yerini bugün tüketim distopyalarının aldığı çok açıktır. Bu distopyalar reklam, medya ve popüler kültür piyasasının görsel malzemesinin yarattığı zihin kirliliğinin bir sonucudur.
Eleştirel bir süzgeçten geçmemiş, olgunlaşmamış zihinsel etkinlikler yakın geçmişin postmodern çoğulculuğunun yanıltıcı modellerinin taklitlerini üretmektedir.
Yakın dönemde bu tür ‘distopya garabetleri’ yaratılmadan büyük değişimlere sahne olmuş Berlin’den üç örnek verilebilir: Birincisi Christo’nun Berlin’deki Reichstag binasını ‘geçici’ olarak kaplamasıdır, ki bu projenin kabulü ve uygulaması 5 yıl sürmüştür ve ancak Berlin halkının onayıyla gerçekleşmiştir. Günümüz hazır-nesne anlayışına son noktayı koymuş bir yapıttır, bu. Aynı zamanda, Berlin için geçmişle hesaplaşma anlamına da geliyordu. İkincisi Eisenmann’ın soykırım anıtıdır ki, bu da yaklaşık 10 yıl sürmüştür ve sonuçta yapıldığı halde henüz tam olarak benimsenmemiştir. Bu da modernist /minimalist heykel anlayışının en son örneğidir. Ayrıca Berlin’de Berlin Mitte’nin yine küresel kapitalizmin manifestosu postmodern heterotopya olarak zorunlu olarak inşasının -son derece etkileyici binalar olmasına karşın- ağır faturasını Berlin halen yaşamaktadır. Burada Christo gibi 20. yy ikinci yarısında sanatı tescil edilmiş, Eisenmann, Piano v.d. gibi dünyaca tanınmış mimarlardan söz ediyoruz; yine de bu üretimler mercek altına alınmıştır.
İstanbul gibi bir kente yeni mimari görüntü vermek -eski en kötü örnekleri sorgulamadan ve ortadan kaldırmadan- ya da kente yeni heykeller konumlandırmak bu aşamada onulmaz yanlışlara gebedir. Ve bu projeleri gündeme getiren kişilerin bugüne değin hangi üretimleriyle beğeni ve değer kazandıklarını sorgulamamız gerekir; görünen o ki bu kişileri onaylamamız için tek kaynak yerel değerlendirmedir. İstanbul için bu hiç yeterli görünmüyor!
Heykel büyük sorun
Buradaki paradoks, bütün bu topyekûn değişim ve yeniliğin uluslararasılık/küresellik amacı taşıması buna karşın modernizmin yitirilmiş düşlerinden uyanamayan zihinlerle, kabına sığmayan küresel tüketim arzusu ve iddiasıyla uygulamaya konulmasıdır.
Heykel sorunlu/özürlü bir kent olan İstanbul’a Fatih heykeli ya da fütüristik köprü yerleştirmenin, ya da Haydarpaşa Garı’nı ya da Galata rıhtımını McDonaldslaştırmanın onulmaz çirkin ve saldırgan sonuçlar doğuracağını kanıtlamak, kitleleri bu konuda bilinçlendirerek karşı çıkmasını sağlamak son derece zor. Park Otel, Gökkafes, Beşiktaş Cumhuriyet Anıtı ve diğerleri sapasağlam duruyor.
Yakın geçmişin bütün mimarlık ve şehircilik rezaletleri listesi, görüntüleri ve sorumluları kentin billboard’larında sergilense ve medyada programlaşsa bile çok umutlanmak gerekir… Yine de bunun biraz etkisi olacağını düşünüyorum. Özellikle sanatçılar ve mimarlar kitleyi bilinçlendirmek için kitlenin aklını yağmalayan reklam panolarını ve medyayı kullanarak bütün yanlışlıkları adıyla sanıyla göstermeli… Bundan da bir sonuç alınmazsa, yapacak bir şey yok!
Heykelciler de 1980’lerden bu yana ‘heykel’ kavramının geçirdiği değişimleri anlatan ve geçmişi/günümüzü/geleceği temsil eden herhangi bir yapıtın tarih yanılgısı (anakronizm) olduğunu anımsatmayı amaçlayan uluslararası bir kongre düzenlemeli… En azından genç kuşak heykelcilere çok farklı yaratıcılık ve üretim yollarının olduğu gösterilir…