Radikal Kültür Sanat
03/12/2002
Basın bültenleri, TV programları, kataloglar, röportajlar doğal olarak sanatçıya övgü içeriyor. Bu açıdan sanatçıların yakınmasını gerektirecek hiçbir neden yok. Eleştirmenler ise çoğunlukla etkisiz durumda
Önce, İş Sanat Galerisi’nde retrospektifini yapan heykel sanatçısı Mehmet Aksoy ‘eleştiri ve eleştirmen yoktur’un altını kalınca çizdi. Sonra, Perihan Mağden’in tiyatroyu ve oyuncuları eleştiren ve taşları yerinden oynatan Radikal’deki yazısı üstüne gürültü koptu.
Eleştiri/eleştirmen tartışmaları yeni değil; Türkiye sanat ortamının eskiden beri var olan bir sendromu…
Eleştiri ya da eleştirmensiz bir sanat ortamı olamayacağını herkes bilir;
ama eleştiri düzeni sarsmaya başlayınca iş değişir. Gerçekleri kabul etmeye kimse hazır değildir; sonuçta yapılan eleştiri hep yanlış ve haksızdır.
Ölçüt izleyici sayısı
Türkiye’de eleştiri ve eleştirmen hiçbir dönemde ne yorumcunun/sanatçının ne de yapıtın önüne geç-(e)medi; hâlâ da etkisiz sayılır. Sanatçılar/yorumcular genellikle değerlendiril(e)medikleri, anlaşıl(a)madıkları kanısındadır; ölçüt eleştiri değil, medya ve izleyici ilgisi, sayısıdır.
Modernizm popüler kültürle sıkı işbirliğine girip, yüksek sanatı sıradanlaştıktan/olağanlaştıktan sonra, olumlu eleştiri sayılan tanıtım türleri basın, medya ve yayınlar aracılığıyla sanatçının hizmetinde. Basın bültenleri, TV kültür programları, kataloglar doğal olarak sanatçıya övgü içeriyor ve yapıta da sanat tarihsel bir değer kazandırma kaygısı taşıyor. Bu açıdan sanatçıların yakınmasını gerektirecek hiçbir neden görünmüyor. Bunlar da yetmezse, ünlü ve önemli sanatçıların, alana yeni girenlerin ve dahası sıradan/olağan üretimlere imza atanların kendi sanatlarını anlatma olanağı da kalıplaşmış röportaj sorularıyla kitleye ulaştırılıyor. Hele arkalarında özel sektör kültür kurumları varsa, bu kurumların medyadaki dokunulmazlığı da artı destek sağlıyor.
Kitle tanıtım araçlarına bakarsanız, Türkiye’de özellikle yorum sanatları (tiyatro, dans, çoksesli müzik gibi) ve görsel/nesnel sanat alanlarında genel bir kusursuzluk/ başarı söz konusu. Bu alanda hâlâ devlet desteği/politikası var, sektörleşme çok zayıf, yapı kırılgan… Arkasında görece sağlam sektörler olan yazın, sinema ve popüler müzikte ise eleştiri, kültür sanayiinin ördüğü dokunulmazlık ağını delip, ku surları acımasızca ortaya koyduğu halde, hoşgörü ile karşılanıyor; çünkü eleştirinin kitlesel tüketimi etkilemediği kanısı var..
Düzen böyleyken, kimi yazarlar ve eleştirmenler yine de ortalığı karıştırabiliyor. Dolaylı da olsa gündeme gelen sorun şu: Genellikle tamamlanmamış/huzursuz/sorunlu bir modernizmin ürünü olan sanatçılar/yorumcular, günümüzde yapısökümle çözülebilen bireysel ve toplumsal gerçekleri irdeleyecek, onlarla hesaplaşacak güçte değil. Post-modernizm heterojen, disiplinlerarası geçişli, yapısökümcü ve taklit edici bir üretim dayatıyor, aynada artık yaşamın kendisi görünmüyor, birey kendisini ancak ötekinin alanına geçtiğinde tanımlayabiliyor.
Bu durumda Türkiye’deki izleyicinin temsili, erkek-egemen, ulusçu, bütüncül, anlatımcı oyun, film, fotoğraf ve resimleri tüketmesi beklenmemeli.
Bu çelişkili durumun arkasındaki yapısal bozukluğa bakmalı: Devlet güdümlü kültürden kültür sanayiine kaçınılmaz bir post-modern değişim yaşandı. Bu değişimin içini modernizmden beslenmiş sanatçı/yorumcu kuşağı değil, kaygan, hızlı, değişken, parçalanmış, geçirgen içerikleri bizzat kendisi yaşayan genç kuşak doldurabilir. Kültür sanayii bu kuşağı keşfedip ortaya çıkaramıyor, çünkü hâlâ modernist devlet kurumlarının uzantısı gibi. Bu nedenle eski biçimleri ve içerikleri bıktırıcı bir biçimde yineliyorlar.
Sanat yaşamının sonuna gelmiş yorumcudan/sanatçıdan, tarzını ve üretimini değiştirmesi beklenemez; onlardan kendi tarzlarının ve üretimlerinin klasikliğini vurgulamak ve sürdürmek için seçici davranmaları ve yalnız kendilerine uygun ortamlarda yer almaları beklenir. Bunu yapmaları ise çok zor; çünkü uluslararası ortama açılamayan, değişemeyen, yenilenemeyen, şimdinin sanatını kavrayamayan kültür sanayii yatırımcıları/yöneticileri onları ancak geçmişteki konumları/üretimleriyle paketlemeyi becerebiliyor. Böylece, yakın tarihin bir yerinde bir kez tescil edilmiş olan yorumcular/sanatçılar sistemin hantallığına/değişmezliğine kapılarak, yerlerini doldurulamaz gibi görüyorlar.
Dünyada eleştiri kazanıyor
Bizdekinin tersine, uluslararası sanat ortamında yapısökümcü eleştiri
ile kültür sanayiinin popülerleştirdiği yüksek sanat arasındaki çekişmeden eleştiri zaferle çıkıyor! Popülerleş(tiril)miş sanat büyüsünü, karmaşıklığını yitirdikçe, gücünü sevilmeyen/istenmeyen eleştiriye kaptırıyor; eleştiri ise sanatın geçmişte taşıdığı diyalektik bilinci taşıyor ve sanat ancak eleştiri ile yeniden ilginçleşiyor. Bunu, 1984’te ünlü ABD’li eleştirmen Donald Kuspit söylüyor ve ekliyor: “Popüler kültür yapısökümcü eleştiriyi hiçbir zaman benimsemez; bu yılanı koynuna almak anlamına gelir.”