Anadolu’da sanat tek tük

Radikal Kültür Sanat

05/06/2008

İstanbul sınırları dışında sanat neredeyse yok. Ankara bir çöl, Diyarbakır’daki DSM, İzmir’deki K2, Antakya’daki a77 gibi birkaç kurum dışında Anadolu’da çağdaş sanatı görmek zor

Pippa Bacca cinayeti, Türkiye’deki erkek şiddetinin boyutlarını uluslararası üne (!) kavuştururken, İstanbul sanat ortamının görmezlikten gelinen önemli bir eksikliğini de görünür kıldı. Sanatçı gruplarının düzenlemek istediği eylemlerin İstanbul sınırları dışında ne ortağı ne de muhatabı olmadığı gerçeği, geldi gündeme oturdu. Gelinlik giyip otoyol kenarında basın ve medyaya poz vermek anlamında yapılan eylemlerin hangi kitleye ulaştığı ve geçerliliği de bu bağlamda sorgulanmalı.

İstanbul sanat ortamının Anadolu ile bağlantısı en hafif deyimle cılızdır; bu sorunun üstüne gitmenin zamanı da hızla gelip geçmektedir. Şunu da sorgulamamız gerekiyor: kendi ülkesindeki kitlelerle iletişimi zayıf bir sanat ortamının uluslararası sanat ortamıyla ilişkisi ne denli güçlüdür? Bu açıdan bakıldığında Anadolu’nun olumlu/olumsuz gerçeklerini fotoğraf ve videoyla belgeleyip uluslararası sanat ortamında göstermenin de anlamı sorgulanmalı; nerede ve nasıl gösterileceklerini bilmeyen insanları farklı kültürel ortamlarda göstermenin anlamı da…
Bir dönem Diyarbakır’da, şimdi de Çanakkale’de yaşayan ve çalışan sanatçı Fatih Balcı kentin sokaklarındaki insanların eline bir uluslararası çağdaş sanat kitabı verip onların fotoğraflarını çekmişti; sorunun en doğru biçimde gösterildiği işlerden birisi budur.

Anadolu kentleriyle çağdaş sanatlar aracılığıyla iletişim kuran birkaç örneği anımsatalım; bu gerekiyor çünkü sanat ortamının bir başka sorunu da belleksizlik! 2000 yılında kurulan Diyarbakır Sanat Merkezi, bölgedeki sanat bilincini uyarma bağlamında bir işlev görüyor. 2006’da başlatılan Sinopale (Sinop Bienali) çağdaş sanatların sıfır noktasında olduğu, bu belleği yüklü kentin hapishanesinde gerçekleştirildi; bu yıl Ağustos’ta ikincisi gerçekleşecek. Kentlilerin ve yerel yönetimin bu iki girişime gösterdiği ilgi bir örnek oluşturuyor. Gül Ilgaz, Bursa Gölyazı’da bir sanatçı çalışma programı kurdu ve sürdürüyor.

Ülkenin üç büyük kentinde (Ankara, İzmir, Adana) çağdaş sanatlar ile ilgili herhangi bir girişim görülmüyor; ancak küçük sanatçı gruplarının kısıtlı olanaklarla, büyük özverilerle düzenledikleri tekil etkinlikler yapılabiliyor. Dünya başkentleri çağdaş sanatların zengin üretim merkezleri olarak da ün salıyorlar; tarihsel müze zenginliğini anmaya gerek yok; bunlar başkentlerin övünç kaynağı. Ankara bu anlamda bir ‘çöl’! Nisan sonunda Hacettepe Üniversitesi sanat fakültesinin ‘Dokumenta Kassel’i anlatan sergi dolayısıyla düzenlediği açık oturuma katıldım. Sergi, sürdürülebilir sanat etkinliklerinin Kassel gibi küçük ve renksiz bir kenti nasıl bir dünya kenti durumuna getirdiğinin kanıtı olarak dikkat çekici. Ancak, merkeze uzak bu üniversiteye Ankara halkının ulaşamadığı da çok açık. Burada soru şudur: Ankara’da neden kentin merkezinde bütün üniversitelerin sanat fakültelerinin kullanımına açık bir kamusal sergi alanı yoktur? Çankaya’nın ortasında yükselen o dev kültür ve sanat binası içinde hangi tür sanat gösterilmektedir?

Bunların yanıtı var, kuşkusuz. Ankara’da devlet kurumlarının, yerel yönetimlerin ve özel sektörün Türkiye’deki çağdaş sanat gelişmelerine gözleri ve kulakları kapalıdır. Ankara’da Hacettepe ya da Orta Doğu üniversiteleri özelinde çaba gösteren kültür uzmanlarının ve sanatçıların düzenlediği sergiler dışında, gergin başkent gündemine ve kurallarına kilitlenmiş kitlelere ve yabancı misyona göstereceği bir çağdaş sanat ve kültür manzarası yok.

İzmir’de 2003 yılında kurulan K2’nin etkinlikleri İzmir’de tek örnek olarak sürüyor. İzmirliler, kentin 2015 Expo’sunu kazanamamasında çağdaş kültür ve sanat etkinliklerinin oluşturduğu kara deliğin payı olduğunu düşünüyor mu, acaba? Bilindiği gibi Milano, İtalya’nın ticaret kenti olduğu kadar bir sanat ve kültür kentidir de…

Antakya’da bir açılım

90’lı yıllardan günümüze en büyük göçü almış olan Adana’da düşündürücü bir boşluk var, ama hemen yanında Antakya’da bir açılım görülüyor: Sanatçı Melih Apa’nın 2005’te kurduğu a77 sanat kolektifi. Bu kolektif, 2006 Mayıs’ında bir çağdaş sanat buluşması ve yanmış bir fabrika kalıntısı üzerinde küratör Mehmet Altıparmak tarafından Cinsel Tema başlıklı bir sergi düzenledi. Mart 2008’de de heykel bölümü 4. sınıf öğrencilerinin sergisi gerçekleşti.

Türkiye’deki turizm kültürsüz turizm olarak damgalanmıştır. Kültürsüzdür, çünkü kentlerin tarihsel mirası ve müzeleri yalnız göstermelik anıtlarla nesne depoları olarak düzenlenmiştir. Turistik bölgelerin çarşılarında satılan ucuz, niteliksiz, tasarım yoksulu geleneksel sanat ürünlerinin topyekûn bir kurtarma operasyonu geçirmesi gerek.
Türkiye’nin turizm yıldızı Antalya bu turizm, kongre, lüks tüketim dışında bu olumsuzluğu örneklerken, belediye başkanının uzak görüşlü girişimiyle kurulmakta olan Kent Müzesi bir değişim umudu oluşturuyor. Tarih Vakfı kurucularından Orhan Silier’in koordinatörlüğünde yürütülen çalışmalar günümüzde bir müze kurmanın nasıl bir bilgilendirme ve iletişim süreci oluşturduğunu örnekliyor.
Eski belediye binasının bulunduğu alan, içindeki binalarla bu müzeye tahsis edilmiş. Müze sanki açılmış gibi etkinlikler düzenliyor; halk Antalya’nın geleceği için düş kurmaya ve bu düşünü görsel ya da metinsel olarak ifade etmeye davet ediliyor.

Geçen ay silahlı saldırı olayı ile gündeme gelen Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Antalya’nın kültürel/sanatsal niteliğini canlandıracak bir potansiyel içeriyor. Sanatçı ve eğitmen Oğuz Haşlakoğlu uluslar arası sanat ortamını Antalya’ya çekecek yeni girişimleri başlatma hazırlıkları yapıyor. Sanat öğrencisi Pınar Yasan’ın kurduğu Art Park galerisinde Mart ayında Berlin kaynaklı ‘Sultan ve Üzümler’ başlıklı gezici bir sergi açılmış bile.
Teşekkürler Pippa Bacca, bize Anadolu’yu hatırlattın!