‘2010’ yapısal değişim için iyi fırsat

Radikal Kültür Sanat

26/06/2006

İstanbul kültür ortamının canlılığı doğru ama yanıltıcı bir tespit. Avrupa’da olduğu gibi çoğulcu kültür sanayimiz yok, etkinlikler küçük bir gruba hitap ediyor. 2010 Avrupa Kültür Başkenti, yapısal sorunları çözmek için iyi fırsat

İstanbul Kültür Müdürlüğü’nce 7 Haziran’da AKM’de düzenlenen ‘2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’a Nasıl Bakmalı?’ konulu panel, bugüne değin bir sivil girişimci grubu tarafından yürütülen projenin halka açılma aşamasının ilkini oluşturdu. Uzman bilim adamlarından oluşan konuşmacılar İstanbul’un Avrupa kültür başkenti seçilmesinin nedenlerini, kentin tarihsel, güncel çekiciliğine, kentsel dokusu ve karmaşasına ve Bizans mı, Osmanlı mı sorusuna odaklayarak irdelediler. Avrupa, İstanbul’u nasıl bir kültür başkenti olarak görmek istiyor ya da bir modeli var da İstanbul’un bu modele göre yeniden yapılanmasını mı istiyor, buna karşın İstanbul kendisini nasıl görmeli sorularına yanıt aradılar. Üç saatlik irdelemeler kuramsal sonuçlar veremedi ama İstanbul’un kültür ve sanat kimliği üstüne yıllardır konuşulanlar, yazılanlar, görüş ayrılıkları ve ortak düşünceler bir kez daha gündeme geldi.

Türkiye insanının düşünsel, tinsel durumunu etkileyen AB üyeliği sürecinin kültür başkenti projesinin de arka planını oluşturduğu açık. Türkiye’yi birliğe kabul etmemek için her türlü oyunu oynayan, kültürel açıdan kendine uzak bulan Avrupa aynı anda elini uzatıyor. 200 yıldır Avrupa ile özdeşleşme süreçlerinin sancılarını yaşayan ve 40 yıldır AB’ye girmeye koşullandırılmış Türkiye, dışlanmanın acısını çekerken, aynı anda Avrupa’nın uzattığı bu eli sıkmaya çalışacak.

Gerçekte, İstanbul 2010 Kültür Başkenti projesi, Avrupa’nın yeni emperyalist güdülerini besleyen küresel kültür sanayinin görüngüsü ve panelde konuşulanların tümü bu görüngü kapsamında kimi çözümlere kavuşabilir. İstanbul kültür sanayinin bu bağlamda durumu, işlevi ve anlamı nedir, nasıl olmalıdır gibi bir soru sormak daha gerçekçi geliyor.

Postmodern bir ehvenişer’cilikle yaklaşıldığında İstanbul kültür ortamı capcanlı, renkli, değişik, çekici, esin verici anlamda karmaşık ve ‘uluslararası başarılı’ olarak nitelendiriliyor. Türkiye’nin geri kalan bölümüne hiç benzemeyen, kültür sanayi içinde işleri yolunda gidenlerin bol billboard tanıtımlarıyla yarattıkları, İstanbul sanat ortamını genişleme alanı olarak kullanmak isteyen Avrupalı uzmanların göz yumdukları bir manzara. Doğruluk payı da var. Kentin dört-beş ilçesinde her gün büyüklü küçüklü yüzlerce etkinlik gerçekleşiyor, bir sınıf insan bu etkinliklerin tadını çıkarabiliyor, Avrupalılar gelip, masrafları bize ait olmak üzere etkinliklerini yapabiliyor. İşin yıllık cirosu da kabarık. Özel sektör, devlet ve yerel yönetimler de çıkarları doğrultusunda bu görüntüye katkıda bulunuyor…

Ancak, bu güzel manzara çok inandırıcı değil! Kendimizi çok beğeniyoruz. Avrupa’daki özerkleşmiş, uzmanlaşmış, esnek ve çoğulcu kültür sanayi kıstaslarına henüz çok uzağız. İstanbul Türkiye’den ve doğusundaki kültür odaklarından kopuk; İstanbul içinde İstanbul’dan yalıtılmış kültür sanayi de büyük ölçüde özel sektörün, yerel sanat pazarı, basın, medya ve tanıtım işbirliğiyle kurduğu kültür adalarından oluşmakta. 12 milyonluk kentte bu adalardan yararlanan insan sayısı ortalama 50 bini geçmiyor. Bu kültür adalarında içerik, kavram ve ürünler değil, görüntüler, olaylar ve olayların devlete ve özel sektör çıkarına yönelik yarattığı etkiler öne çıkıyor. Karşıtlıkların iç içe geçtiği ya da çatıştığı katmanlardan oluşan sistem dışı kültür, kültür sanayinin sunduğu kültürden daha renkli ve çekici. Seçkin sanat bu katmanlar arasında umutsuzca dolaşıyor…

AB sivil örgütleri ve kültür uzmanları uzun süredir aramızda; onlara çok bilgi aktardık, yardımcı olduk. İstanbul’un kültür ortamını 90’lardan bu yana ince eleyip sık dokudular. Burada ne olup bittiğini, bizden nasıl yararlanacaklarını iyi öğrendiler. Devlet, yerel yönetimler, seçkinler ve kitlenin kültür anlayışları arasındaki uçurumlar, genel sanatsal görüşün tıkanmışlığı, kurumların içedönüklüğü, uzmanlık ve özerklik sorunları altını kibarca ya da kabaca çizdikleri konular.

İstanbul kültür ortamının kırılganlığını anlamak için Heidi Waedel’in www.ifa.de, Dr. Dragan Klaic’in www.labforculture.org için derlediği raporları; ayrımı anlamak için de İstanbul Kültür Müdürlüğü’nün ‘İstanbul Kültür-İstanbul Turizm’ başlığıyla çıkardığı araştırmayı okumak yeterli.

Mayıs ayındaki IETM kongresinde Klaic’in kolonyalist kokulu raporunu eleştirdik. Bu raporlardaki ortak ideoloji, ‘Dünya kültür sanayinin süzgecinden geçilerek yönetilir’, ‘Direnen hayatta kalabilir, ama uyum sağlayarak’, ‘Sistemin gelişmesi hiç kuşkusuz sermayenin genel yasalarından kaynaklanmaktadır’ gibi, karamsar ve kuşkulu Adorno saptamalarını haklı çıkaracak türden.

Kültür başkenti olayı, İstanbul için her zaman öngörülen bir festival değil, yapısal bir değişim girişiminin kapıya dayanması. Türkiye’nin eleştirel düşünce potansiyelinin, görsel/işitsel üretiminin ve estetik yaratıcılığının küresel alanda tescil edilmesinin ivediliğidir. Küresel kültür sanayinin direnç ve esin alanları olan düşünce, estetik, ideoloji üretiminde etkin olabilmek ve bu tür üretimin sonuçlarının dünyaya ihracını sağlayan canlı kültür/sanat piyasasına girebilmektir.

İstanbul bir yapısal değişim geçirmeye ve öz sözünü söylemeye çağrılıyor. Bu çağrıya nasıl yanıt vereceği AB ile kültürel diyalog sürecini olduğu kadar, içinde bulunduğu AB-dışı geniş bölge (Güney Kafkasya, Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Asya) için etkisini ve çekiciliğini de belirleyecek.