Çanakkale Seramik
31 Ocak 1991
Her iki açık oturumdaki sonuçları değerlendirdiğimizde her şeyden önce sanatın bugünkü durumunun gerçekçi bir biçimde eleştirildiğini görüyoruz. Konuşmacılar belgelere ve verilere dayanarak Türkiye’ deki resim ve üç boyutlu yapıtların düşünsel yapısının ana hatlarını özetlemişlerdir.
Buna göre, Türkiye’de (resim ye üç boyutlu yapıtlar)
- sanat yüzyılın ilk çeyreğinde Batı sanatını öğrenme aşaması geçirmiştir.
- yüzyılın ikinci yarısında düşünse1 yapı değerlendirilmeleri on yıllık süreler içinde ele alınmakta, ancak bu yapının gelişmesinin birbirinden kopuk olmadığı, bir süreklilik olduğu belirtilmektedir.
- Avant- gard akımlar 1960’ların ortalarından başlayarak etkili olmuş, resim yanında üç boyutlu ve kavramsal yapıtların ortaya çıkması, düşünsel yapının gelişmesine yeni boyutlar kazandırmıştır.
- sanatın düşünsel yapısının gelişimi altyapı sorunlarına karşın ve toplumun öteki olgularının yarattığı, olumsuz koşullara karşın oldukça hızlı bir ivme kazanmıştır.
- resim , l950’lerde Batı ile hem zaman olarak ağırlıklı bir soyut dönem geçirmiş, 1960’dan sonra bu ağırlık figür resmine kaymıştır.
- figür resminin düşünsel altyapısında toplumsal eleştiri, siyasal eleştiri, ruh çözümsel eleştiri ve kaba gerçekçilik vardır; bu yapı büyük bir değişikliğe uğramadan 80’1i yıllara aktarılmıştır. 80’li yıllarda bu düşünsel yapıya iletişim ağının etkileriyle evrensel kültür etkileri yoğun bir biçimde girmiştir.
- 60’lı ve 70’li yılların ekspresyonist kökenli figür resminin devamı olan 80’li yılların figür resmi Yeni Ekspresyonist başlığı alır mı, almaz mı sorusu bu aşamada kesin bir yanıt alamamıştır.
- kavramsal ve üç boyutlu yapıtların 80’1i yıllar içindeki varlığı, sanatın düşünsel yapısına getirdiği yeni ve açılımlı boyutlar açısından irdelendiğinde, sanatçının önce düşünme üretmesi, bu düşüncesini yapıta dönüştürürken uzun menzilli kararlılık içinde olması, izleyici ile ilişkisinde izleyiciyi de kendisi ile birlikte düşünmeye çağırması ve onu çevresine ve yaşantısına eleştirel bir yaklaşıma yönlendirmesi gibi özellikler saptanmıştır.
- Kavramsal ve üç boyutlu yapıtların Batı örneklerini yineleme olarak yargılanmalarının yan1ışlığı üstünde durulmuş, bu yapıtların düşünsel altyapısının incelenmesi ve her sanatçının bu konuda yaptığı tümel çalışmanın temel olarak alınması gerekliliği üstünde duru1muştur.
Resmin Düşünse1 Yapısı açık oturumuna MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Doç. Kemal İskender, sanat e1eştirmeni Hasan Bülent Kahraman, sanatçı Bedri Baykam, sanatçı Mehmet Güleryüz konuşmacı olarak katıldılar. Açık oturumu sanat e1eştirmeni Beral Madra yönetti.
Beral Madra oturumu açış konuşmasında, 21.yy’a girerken bütün dünyada o1duğu gibi, Türkiye’de de bütün bir yüzyılı değerlendirmenin kültür kimliğinin belirlenmesi açısından gerekli o1duğunu, Türkiye’nin Doğu/Batı arasındaki konumu dolayısıyla ayrıcalıklı bir kimlik taşıdığını, bu kimliğin ortaya çıkarılabilmesi için bu tür açık oturumların yararlı ve gerekli olduğunu belirtti.
1.Bölüm
Doç. Kemal İskender, sanat bilimsel açıdan resmin 20.yy içindeki değerlendirmesini yaptı. l930’lara kadar olan dönemin Batı resmini tanıma o1duğunu, 1930’lardan baş1ayarak resmin düşünse1 altyapısının o1uşmaya baş1adığını söyledi. İskender, 1930-1955 arasında Müstakiller , D Grubu ve Yeniler Grubunun ortaya koydukları sanat an1ayışları tarafından belirlendiğini, Biçimcilik, zihinsel görü ile içerik ve insan sorunlarının iki ayrı an1ayışı temsil ettiğini, D Grubunun Akademi içinde örgütlenerek resmi Post Kübist bir şema içinde tutmaya ça1ıştığını, resmi hareket alanı tanımadığını belirtti. Bu dönemin demokratik1eşme süreci içinde bir kuluçka dönemi o1duğunu söyledi.
Doç. Kemal İskender, ulusallık evrensellik sorununa değinerek, Wölflin’in üslupların tarihsel, coğrafi,ulusal, bireysel olgulardan o1uşması kuramını hatırlattı ve gerçekte sanatın bu dört olguyu eşit olarak içermesi gerektiğini belirtti.
İskender, 80’li yıllardaki resmin düşünse1 altyapısının 1960’lar ve 70’lerde o1uştuğunu ve özellikle 1970’lerde resmin gerçek açılımlar yaşadığını söyledi. 70’lerde resmin genelde toplumcu bir ifade içinde o1duğunu, bu ifadenin kendi içinde kaba ve kuru bir gerçekçilik, Ajitasyon ve propaganda gerçekçiliği, görüntünün altındaki gerçeklerin irdelenmesi ve e1eştire1 gerçekçilik olarak dörde ayrı1dığını, özellikle e1eştire1 gerçekçi1iğin 80’li yılların resmine yön verici olduğunu belirtti. İskender 70’li yılların ortasından sonra ortaya çıkan Kavramsal ve Üç boyutlu yapıtların önemine de değinerek, bunların da sanatın düşünse1 yapısını destekleyici olduklarını söyledi. Yeni Ekspresyoniz’im ise gerçekte Ekspresyonizm o1duğunu ve ekspresyonizmin sanatçının yapısındaki temel ifadelerden birisi o1duğunu, 80’li yıllarda bu tür resmin iyi ve kötü örneklerinin görüldüğünü belirtti.
Hasan Bülent Kahraman, resmin Türk toplumunun kendi bağrından çıkmış bir üretim o1amadığını, yurtdışına gönderilerek eğitilen kişi1erin aracılığıyla bünyemize eklendiğini, ge1işme sürecinin uzun süre bu dıştan içe getirme biçiminde sürdüğünü, ancak bu getirmede bir anachronizm yaşandığını, sanatçıların yurtdışında bulunduğu dönemlerde çok önemli olan bazı akımların hiç a1gılanmadığını belirtti. Şeker Ahmet Paşa’nın Courbet’den değil de Corot’dan etki1enmiş olmasını örnek olarak gösterdi. Bunun temelinde, bu sanatçıların bir Doğu toplumundan çıkıp kendilerine çok yabancı olan bir toplumun içine girmiş olmaları ve kendisini merkez olarak gören bir bakış açısına sahip olmalarının yattığını ileri sürdü.
70’li yıllarda da aynı olayın yaşandığını, o günlerin akımlarıyla ilgilenilmeyip, figür resmine saplanıldığını, çok az kişisel tercihler dışında resmin figüratiften hiç kopmadan bir gelişim sürdürdüğünü belirtti.
Resmin düşünse1 yapısının o1uşmasında ve gelişmesinde en önemli ögelerden birisinin toplumun öteki olguları ve o1uşumlarıy1a koşutluk, birliktelik içinde bir ge1işim o1duğunu, oysa ülkemizde bunun hemen hemen hiç gerçek1eşmediğini, bunun da resmin düşünsel yapısının ge1işmesine engel oluşturduğunu belirtti.
80’li yıllardaki resimlerin Yeni Ekspresyonizm olarak adlandırıldığını, bu resimlerin 60’lı 70’li yıllardaki figür resminin devamı olduklarını bu açıdan deği1 yeni demek, ne kadar ekspresyonist olduklarını da sorgulamak gerektiğini, çünkü ekspresyonizm kapsamında bile eksiklikler içerdiklerini belirtti.
Bedri Baykam, 80’li yıllara gelene kadar yavaş bir gelişme olduğunu ve zaman yitirildiğini, 70’li yılların sonuna doğru sanat akademi dışına çıkarak yaygınlaşmaya başladıktan sonra gelişmenin hızlandığını, ancak yine de bilinen altyapı eksikliklerinin giderilmediğini belirtti. Sanatın kurumların dışına çıkarak bağımsızlaşmasının önemli olduğunu, bu bağımsızlaşmada sanat eleştirmenlerinin ,galericilerin ve sanatçıların büyük çabası olduğunu belirtti.
Baykam, Yeni Ekspresyonizm’in ilk kez Batı ile hemzaman bir akım olduğunu, Alman Dışavurumcu1uğu ve Soyut Ekspresyonizm’den farklı özellikler taşıdığını, 70’li yıllardaki tual öldü yargısına güçlü bir yanıt oluşturduğunu bu akımın bir moda olarak değerlendirilmesinin yanlış olduğunu, Batı taklitçiliği olarak değerlendiri1mesinin ise ancak bir Batı kompleksi olarak tanımlanabileceğini belirtti. Son 30 yılda resmin büyük açılımlara girdiğini, denenmemiş hiçbir şey kalmadığını, bu nedenle artık bütün dünya sanatçılarının “bu daha önce yapılmıştı” yargısıyla karşılaşabileceklerini, bunun Türk sanatçıları için söylenecek bir yargı olmaktan çoktan çıktığını ileri sürdü. Sanatın evrensel bir olgu olduğunu, bütün sanatçıların bütün sanatlardan ve kültürlerden etkilenebileceklerini, Türk sanatçılarının evrensel ge1işmelere katılmasının doğal olduğunu, öncülük alanının gittikçe küçüldüğünü belirtti.
Batı’nın sanatı kurumlaştırdığını, yapıtı ticari bir meta durumuna getirdiğini ve isim yarattığını, bunun ise sanatın düşünsel yapısının dışında bir şey olduğunu, söyledi.
Mehmet Güleryüz, sanatçının toplumsal-psikolojik durumuna değinerek, ümmetçi bir toplum yapısı içinden çıkarak kendisine yabancı olan ufuklara açılmak zorunda kaldığını, bunun da sanatçı için bir ikilem ve baskı yarattığını söyledi. Öğrenmek için Batı’ya gitmek zorunda kalan sanatçının kendi toplumuyla da ilişkisini koparmamak durumunda olduğunu, Cumhuriyet öncesinde halktan kopuk, saraya dönük bir sanat o1uştuğunu, Cumhuriyet sonrasında eğitim ile birlikte sanatın yaygınlaştığını belirtti. Sanatçının Batılı ve Doğu1u olmayı aynı anda yaşamak zorunda olduğunu, devlet politikasıyla zaman zaman çe1işkiye girmek durumunda kaldığını söyledi. Toplumdan ayrılmadan, onu ihmal etmeden sanat üretmenin gerekliliğine değindi. Türkiye sorunlarıyla evrensel düşüncenin biraraya getirilmesinin sanatçıdan bek1endiğini belirtti.
Sanatta yenilik yaratmanın olanaksızlığına değinerek, sanata bakanların ve gözlemcilerin tarafsız ve titiz olmaları gerektiğini söy1edi. Sanatın temel sorunlarından birisinin eğitim olduğunu, devletin ve sanat kurumlarının günümüzün sanat gereksinimlerine uygun bir eğitim düzeni kurmaları gerektiğini belirtti.
2. Bölüm
Doç. Kemal İskender, yabancı ülkelere giden sanatçıların bazı akımları algılayamadığı düşüncesine katıldığını, ancak 70’li yıllarda gidenlerin, giderken donanımlı olduklarının ve çoğu kez götürdüklerini getirdiklerini söyledi. 80’lı yıllardaki figür resmi gelişmesinin 60’li ve 70’li yılların bir uzantısı olduğunu yineledi. Sanatın akademi dışına taşmasının bir bakıma bir otorite boşluğu yarattığını, bu boşluğun bir kavram kargaşası ile do1duğunu, ama zamanla bunun da açılacağını belirtti. Yeni Ekspresyonizm’in ekspresyonizmden farklı olmadığını, genelde Freud ve Jung’un kuramlarının bugüne değin geçerli olduğunu belirtti.
Hasan Bülent Kahraman, Resmin ancak düşünce ve kültür birikimi ile oluşturu1abi1eceğini, resim üretiminin toplumdaki bütün öteki üretimlere koşut özellikler gösterdiğini, ancak Türkiye’de yine de bütün ge1işme1erin resim lehine bir ivme kazandırdıklarını belirtti. Genellikle resmin nice1iği üstüne konuşu1duğunu, oysa niteliği üstüne konuşulması gerektiğini, resmin düşünsel yapısının iki yönden beslenebileceğini, felsefi birikimden güç alabileceğini, ya da resmin kendisi hakkında sorgulama açarak kendi içine doğru derin1eşerek güç kazanabileceğini belirtti.
Düşünsel gelişimin on yıllık dönemlerde değişimler geçirdiğini, üç onyıllık ge1işme içinde resmin gerçekte figüre takıldığını ve bir sıçrama yapamadığını, düşünsel yapıyı tıkadığını. Batı’da resmin kendi içine dönerek, minimal resme kadar bir çözümlemeye girdiğini söyledi.
Altyapı eksik1iği olarak sanat felsefesinin kurulmadığını ve sanat toplumbilimsel araştırma1ar yapılmadığını gösterdi.
Bedri Baykam, bugünkü resmin ülkesinin ne o1duğunun ayırt edi1emeyeceğini, ülke, bölge, kıta kimliklerinin ortadan kalktığını, günümüz sanatçısının evrensel o1duğunu yineledi. Sanatın artık metin yazarları tarafından yönetildiğini, kitlenin çağdaş sanata beklenmedik bir ilgi gösterdiğini, bugünkü kuşağın gerçekte gelecek yüzyıldaki sanatçı kuşağı için iyi bir altyapı hazırladığını sözlerine ekledi.
Mehmet Güleryüz, neden figüre takıldık, sorusuna, bunun bir gereksinimi doyurma anlamına geldiğini, hem toplumun hem de akademik eğitimin figür resmini istemesi gibi bir durum olduğunu, ayrıca siyasal olayların da figür resminin ge1işiminde rolü o1duğunu belirtti.