Kübizm, Fütürizm, Dada, Sürrealizm, Ekspresyonizm Batı için Rönesans’tan köktenci bir kopuştur, ancak biz bunları değil bir bakım altyapıda geleneğin sürdürülmesini engellemeyen Post empresyonizmi seçtik.
Nitekim Batı’da, öncü sanatçı geçmiş sanatın bütünüyle yadsınmasını önerirken, bizdeki öncü sanatçı ilk deneyimlerden sonra ‘ulusal ve geleneksel değerlerin’ canlandırılmasını önermeye başladı. Sanatçı, yüzyılın ortasında, daha modernizmi bütün boyutlarıyla yaşamadan, modernizm ile geleneği uzlaştırmaya çalışmıştır bile! Bugün bunu yapanlara post-modernist deniliyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına kadar devletin kanatları altında ‘moderato’ bir tempoda ilerleyen modernizm, yüzyılın ortasında kapitalizm ve Marksizm hesaplaşması içine girdi. Marksist devrimin gerçekleşmesinden sonra, Çelişkiler daha da karmaşıklaştı. Modern projesinin Marksist açıdan uygulanışı da vardı, çünkü.
Marksizm, “sanat toplumsaldır, toplumdan ayrı bir gerçek değildir, toplumun özgürlüğü sınırlıdır, dolayısıyla sanat da sınırlıdır ve sanatın sınırlarını resmi ideoloji çizer” diyordu. Marksist modernizm projesinde bu açıdan estetik yitirimi olduğu, mesajın estetiğin ve biçimin önüne geçtiği, yaratıcılığın siyasal mesajla kısıtlandığı o dönemde düşünülmüyordu.
Kapitalist modernizm projesi ise “sanat bireyseldir, sanat sanat içindir ve toplumdan ayrı bağımsız ve özerk bir gerçektir, olgudur” diyordu. Kapitalizmin sanat yapıtını bir tüketim malına dönüştüreceği de o dönemde bilinmiyordu.
Türkiye de yüzyıl boyunca bu iki görüş çok belirgin olmamakla birlikte, temelde çekişmiştir. Savaşmıştır, demiyoruz, çünkü hiç bir görüş uç noktalara kadar götürülmemiş, köktenci ve devrimci bir gelişme göstermemiştir; bu da sürekli ‘moderato’ olmuştur. Bu noktaya kadar geldiğimizde, aydınların ve toplumun ‘plastik sanatı’ın ve sanatçının farklı konumunu algılamak gibi bir yükümlülük altına girmediği de açıktır, 1960’lı ve 1970’li yıllardaki ekonomik ve siyasal değişimleri, alegorik resimlerden öteye götüremeyen ya da soyut ve figüratif heykel kısır döngüsünden kurtulamayan sanatçı ile izleyici arasındaki ilişki büyük ölçüde sanatın siyasal amaçlar için kullanımı çerçevesinde kalmış, küçük ölçüde de varoluşçu felsefenin kapsamında ele alınmıştır.