Hürriyet / Gösteri
Ekim 1993
s.s 100-102
Modern ve Postmodern Sanat Akımlarının Ülkemizdeki Durumu
Türkiye, siyasal, ekonomik ve toplumsal açıdan bu değişimlerden etkilendiği için, üç, dört kuşak sanatçı bu değişimlere boyun eğerek, yerel bir Pazar rekabeti içinde, kronikleşmiş altyapısızlıkla ya da tamamlanmamış bir modern projesi içinde üretim yapmaktadır. Çelişkili bir modernizmden arta kalmış bir ulusalcılık ve uluslararasıcılık ikilemi, geçerliliğini yitirdikten sonra, yerini ister istemez merkez ve çevre ikilemine, küresellik-bölgesellik ikilemine bıraktıktan sonra, durum ne olacaktır? Değerlendirme yapmak isteyen kişi, ister sanatçı olsun, ister sanat işlerini yapan olsun, bu oluşumun dışına çıkıp, duruma dünyanın yukarıda tanımlamaya çalıştığımız bugünkü durumu açısından bakmak zorundadır; olayı ayıklamanın zor olduğu o zaman açıkça görülecektir.
Bugün sanat yapmak, düşünce süreci, düşüncenin üretim sürecine dönüşmesi ve üretimin sonucu olarak tanımlanırsa, sanatçılar için bu süreçlerin hangisi daha önemlidir diye sorulduğunda, benim yanıtım, “düşünce sürecidir” olacaktır. Düşünce sürecinin önemi, sanatçının tavrının da önemini ortaya çıkarmıştır Dolayısıyla, yapıtların oluşturduğu metaforlar dünyasının tanımlanmasında iki önemli öge vardır:
- Sanat yapıtının düşünsel süreci
- Sanatçının tavrı
Bu iki öge birbirini tamamlayıcıdır. Sanat yapıtı bu açıdan bakıldığında bir sonsal ürün değil, sanatçının ürünlerinden birsidir. 1955 yılında Duchamp bunu şöyle ifade etmiştir: “Resmi bir ifade aracı olarak görüyorum, bir amaç değil. İfadenin araçlarından birisi, yaşamın tüm amacı değil.”
Türkiye’de 1960’lı, 1970’li, 1980’li yılların üretimine baktığımızda, resmin ve heykelin bir araç değil, hala bir amaç olduğunu; yine kendini ifade, kendini yok etme, toplumu eleştirme, sanat için sanat ya da toplum için sanat düşünceleriyle resim e heykel yapıldığını; bilimsel ve teknolojik merakın resme ve heykele henüz yansımadığını da görüyoruz. Bunun en belirgin örneği, gerçek anlamda bir Minimalizm’in yaşanmamış olmasıdır. Rosalind Krauss Minimalizm için şöyle diyor: “Minimalizmin en köktenci çıkışlarından birisi, daha başlangıçta sanayi üretimi teknolojisi içine oturmuş olmasıdır. Sanayide nesneler bir takım planlara göre üretilir. Minimalizmde kavramlar planların yerine geçer. Bu şöyle bir olanak sağlar: Belli bir işi kopya ederek, o işin sınırlarını aşmak. Bu iş, o zamana kadar estetik ve özgün olanın üretilemeyeceği düşüncesi üstüne kuruluydu. Birçok kez minimalist özgün işler, planlarıyla birlikte alıcılara satılmış, böylece alıcının işi yeniden üretebilmesi olanağı yaratılmıştır. Kimi durumlarda da sanatçılar, tıpkı üretim (reprodüksiyon), yapmışlardır. Ya bir işin bir kaç çeşidini (çoğaltılmış özgünler) üretmişler (Robert Morris’in cam küpleri) ya da bozulmuş bir özgün işi tıpkı yapımla (remake) değiştirmişlerdir. Bu estetikten kopuş, Minimalizmin en önemli özelliğidir. Eğer, biz izleyici olarak, özgün yapıt düşüncesini terk etmeye hazır değilsek ve bütün tıpkı üretimlerin sahte olduğunu düşünüyorsak, 1960’lı ve 1970li yıllarda yapılan işleri yanlış anlıyoruz. Eğer özgün nesne, temel anlamından bir şey yitirmeden tıpkı üretiliyorsa, bu tıpkı üretime karşı çıkılamaz.”