Max Bill: “Batı sanatından bağımsız bir sanat düşünemiyorum”

Arredamento, Şubat 1989

Söyleşi

Mimar, ressam, heykeltraş, tasarımcı ve yayıncı Max Bill, geçen ay 81. yaş gününü kutladı. Sanat eleştirmeni Beral Madra’nın geçen Temmuz’da kendisiyle Zürich’teki (Zumkon) evinde gerçekleştirdiği “video-söyleşi”den kapsamlı bir özet sunuyoruz.

B.M         — Sayın Prof. Max Bill, Batı Sanatı’nın 20.yy’daki en önemli temsilcilerinden birisiniz. Bu sanatın geçirdiği aşamalar içinde her zaman güncel ye yeni yapıtlar ürettiniz. Bu gücünüzün temeli nedir?

Max Bill— Ben, sanata benden önceki kuşağın eğitimi altında başladım. 1927-29’da Bauhaus’daki eğitimim sırasında Kandinsky ve Klée hocam oldu. Eğitimimi bitirir bitirmez, Paris’de Arp, Mondrian ve Vantongerloo’yu tanıdım ve benden büyük olmalarına karşın onlarla yakın dost oldum, kurdukları “abstraction creation” grubuna girdim. Sanatım bu temel üstüne oturdu, bu benim için aynı zamanda itici güç oldu. Kendi yolumu, kendi yeniliğimi” bulmam gerekiyordu ve sanıyorum buldum da.

B.M         – Geçmişte yeni bir yol bulmak kolaydı sanırım. Şimdi yenilik yaratmak zor. Bu yol gittikçe daraldı.

Bill          –  Doğru söylüyorsunuz. Ben daha önce kullanılmamış bir yolu, matematik ve mantığı ele aldım. Gerçi Klée ve Vantongerloo’da bunun izleri vardı, ama bu gerçek anlamda bir yönlenme değildi. Bugün artık buna matematik değil de mantık yolu diyorum. Bu yönlenmem içinde Doğu sanatlarının varlığı yadsınamaz. İslam sanatında da motifler matematik temel üstüne kurulmuştur. Ben kesişme noktaları buldum. Bu Doğu’ya yönelme benden öncekilere göre değişik bir biçimde oldu.

B.M         — İslam sanatını mı incelediniz?

Bill          — Bu daha çok müzikten başlayarak mantığa doğru giden bir inceleme, gelişme oldu. Eğer müzik tonlarıyla birbirinden bağımsız kompozisyonlar yapılabiliyorsa, aynı şey resimde de yapılabilir, dedim. İncelemelerim sırasında mimari ve süslemeler arasında benzer ilişkiler buldum. Daha önce bunların üstünde durulmamıştı.

B.M.        — Biz, Türkiye’de İslam sanatının 20.yy. sanatını oldukça yoğun bir biçimde etkilediğini  düşünüyoruz.

Bill          –    Ben, az bile etkiledi derim!

B.M         — Bu etkileme bugün de sürüyor.

Bill          — Her iki yöndeki etkilemelerde her şeyi yeni baştan almak zor! Bu Doğu için de geçerlidir. Üstelik Batı’daki gelişmeler hemen “tescil” ediliyor. Bu gelişmeler, akımlar dönüp de Doğu’yu etkiliyorsa, bu hiç doğru bir sonuç vermez sanırım…

B.M         — 1930’lardan bu yana sürekli bir gelişim içindesiniz.  Kuşağınızın başka

temsilcileri gibi, bir yerde kalmadınız. Geçen yıl büyük bir yapıtınız Frankfurt’a dikildi. Bu sürekliliği neye borçlusunuz?

Bill          — Bakın, ben gerçekte profesyonel sanatçı değilim. Kendime hiçbir zaman profesyonellik yüklemedim. Çok değişik alanlarda ilgilerim oldu. Özellikle mimar olarak çok değişik toplumsal, siyasal sorunlarla uğraştım, İsviçre parlamentosunda görev yaptım. Evrensel çevre sorunlarıyla ilgilendim. Sanat bütün bu ilgilerimin doruk noktası oldu. Ancak yeni bir düşünceye ulaştığım zaman yapıt ürettim. Daha önce yaptıklarıma yeni bir katkı getirebileceğine inandığım zaman yapıt üretiyorum. Bu bakımdan “dışarıda” bir sanatçıyım. Bir üslup üretip, o üslubu doldurmak için üretime girmek zorunluluğunu duymadım. Sürekli üretmek diye bir kaygım da olmadı.

B.M         — 1960 ‘dan bu yana sanat akımları konusunda ne düşünüyorsunuz? Pop Art ile başladı ve bugüne değin çeşitli başlıklar altında. sunuldu bu akımlar.  Her yıl yeni bir başlık atılıyor ve bu başlık altında satış yapılıyor.

 

 Bill          — Bu, sanat pazarıdır. Çok kolay bir şeydir. Yenilik yaratılıyor gibi gösteriliyor. Örneğin Neo Geo çıkarılıyor ve Neo Geo satılıyor. Ertesi gün yeni bir akim geliyor, örneğin Neue Wilde deniyor ve bu da satılabiliyor. Bence bunu yaratanlar, zavallı insanlar. Bunların kendilerini geliştirme olanakları yok, daha önce yapılmış ya da yaptıkları şeylerin üstesinden gelemiyorlar, çünkü gerçekte yaratıcılıklarının dayandığı bir felsefe yok.

B.M         — Sizin  düşüncelerinize göre bu akımların hangisinin arkasında felsefe var?

 

 Bill          — Benimkine benzeyen bir yol tutturanların. çağın sanatını başlatanlar, bizler böyle çok akım geçirdik ve gördüğünüz gibi ayaktayız, hâlâ varız ve yeni bir yapıt üretebiliyoruz. Başkaları Pop Art yaptı, bitti. Biz de kavramlarla uğraştık, kavramsal sanat yaptık, ama yaşanıp bitirilen bir kavram sanatı değildi bu. Bir kavram sürekli geliştirilmelidir. Sanatçı olarak bu kavramın sürdürülebilmesi sorumluluğu üstlenilmelidir. Bir kavramın resmini yapmak… Bu sanat değil, bir yapıt üretip hesabini verememek, bu hiçbir şey! Bunlar sonucu olmayan, uygulaması olmayan buluşlar…

B.M.        — Batı Sanatı dışındaki sanatı  tanıyor musunuz?

 

 Bill          — Evet, tabii Japonların yaptıklarını izliyorum. Afrika ve Güney Amerika sanatını görüyorum. Bence Batı Sanatı’ndan bağımsız gelişen bir sanat yok günümüzde. Eğer ana ilkelerin varlığını, simgelerin yüzyıllar boyunca geçirdiği gelişimi, geometrinin ve ifadenin gelişimini düşünürsek, bunları bilmeden, bunların bilincine varmadan bir yere varılmayacağı açıktır. Bunun dışında yapılanlar, reçetelerin, yeniden kullanılması anlamına gelir. Tamam, bizim kuşak birçok şeyi çözümledi, ama bunlar herhangi bir biçimde ileriye götürülmelidir.

B.M         — Sizce bu gelişme nasıl olabilir?

 Bill          — Bunu bilseydim, kendim yapardım!

B.M         — Post-modernizm şu sıralarda Türkiye’de herkesi ilgilendiriyor. Bu konuda düşünceleriniz   nedir?

 

 Bill          — Post-modernizm yapıların çoğalmasıyla ortaya çıktı, daha doğrusu bir şeyi ifade etmek üzere, mimariye para akıtılmaya başlandığı anda doğdu. Post-modernizm başlığı altında çok şeyler var, ama genelde en karakteristik özellik, işlevsel değil de temsili olması… ya da başka bir deyişle mimariden bir sanat yaratılmak istendi ki, bu sakıncalı oldu. Salt rasyonalizm döneminden sonra mimaride yeni gelişmelerin beklenmesi doğaldı, ancak bu nelere mal olacaktı? İşlevsellik mi kurban edilecekti, (ki ben bu noktada estetik yönün de bir işlev olduğuna inandığımı belirteyim), yoksa başka şey mi? Kanımca çeşitli işlevler birbirine uyum sağlamalıdır. Kullanıcının ya da kullanmanın gerektirdiği işlev ile görünüşün gerektirdiği işlev birbirine uymalıdır. Örneğin Türkiye’ye dönelim… Eski Türk evlerini görünce, bunların olağanüstü olduğunu görürüz. Yapısı ve ifadesi bir bütün oluşturur.

B.M         — Korkarım biz, bu evleri gerektiği gibi koruyamadık.

 

 Bill          — Bu, her yerde böyle…

B.M         — Sanırım ahşap olmalarının da etkisi var…

 

 Bill          — Yok, bu evler çok iyi yapılmıştır, sanırım çok dayanıklıdır. Sorun o değil, uzun süre yeni bir yapı yapmak “modernlik” sayıldı. Bu modern olma kaygısına yeni bir akım eklendi, yapı süslemesi… İşte, bir yanda estetik bir değerin bastırılması, yok edilmesi, öteki yanda yitirilenin yerine geçecek bir estetik değer yaratılmaya çalışılması. Bu, post-modernizmi doğurdu. Süsleme ve yeni estetik bulma kaygısı. Estetik bir değer kurma durumunda olmayan birçok kişinin, estetik kurma çabası…

Bill’e teşekkür edip ayrılmadan önce, evin büyük bir bölümünü oluşturan atölyelerini gezmek olanağı da bulduk. Yoğun bir kültür ve sanat birikiminin somut nesneleri bu salonları dolduruyordu. İlk bakışta karışık gibi görünüyorsa da, her nesnenin bilinçli ve kasıtlı bir biçimde yerleştirildiği bir süre sonra anlaşılıyordu. Duvarlarda çağdaş sanatın imzalarını taşıyan yapıtlar, kitaplıklarda yüzlerce kitap ve dergi, taslaklar, desenler, maketler, projeler. Max Bill, daha uzun yıllar üreteceğe benziyordu.