İstanbul-Akyavaş buluşması

Arredamento

Haziran 1993

s.s 126-128

Eserlerini uzun zamandır İstanbul’da sergilemeyen, uluslararası çapta tanınmış ressam Erol Akyavaş, geçen Mayıs ayı içinde İstanbul.2da 3 sergi birden açtı. Son dönem yapıtlarını içeren büyük boy tuvallerini Aksanat Kültür Merkezi’ne sergilenen Akyavaş’ın daha önce 1990 yılında St.Petersburg Benoise Palace’da sergilenmiş olan “İkonoklastlar İçin İkonalar” adlı pleksiglas levhaları Beyoğlu Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde sanat severlere sunuldu. Sanatçının California’da Nash Editions Atölyesi’nde gerçekleştirdiği baskıları ise Galeri Nev’de sergilendi. İstanbul’un “kentli” ahalisi ile Erol Akyavaş’ın bu “üç boyutlu” buluşmasını dergimiz sayfalarında –kaçınılmaz olarak- iki boyutlu bir biçimde belgeliyoruz. (Tabi, yapıtların kendilerini göremeyenler için,  küçük bir teselli girişimi bu.) Akyavaş’ın yapıtlarını dergimiz için özel olarak kaleme aldıkları yazılarında Beral Madra ve Semih Kaplanoğlu ve Türkçede ilk kez yayımlanan yazısıyla Enis Batur değerlendiriyorlar.

Akyavaş’ın “Evet/Hayır”ı

 Galeri Nev, Beyoğlu Devlet Güzel Sanatlar Galerisi ve Aksanat’daki sergileri dolayısıyla yaptığımız konuşmada Erol Akyavaş’ın İbn-al Arabi’ye değinmesi rastlantısal değildi, bize bir yol gösteriyordu; bugünkü sanatsal eylemini sürdürürken, tarih içindeki zihinsel göçebeliğinin ipuçlarını veriyordu.

İbn-al Arabi, 10-12. yüzyıl arasında insanlığın düşünsel ve toplumsal gelişmesine ışık tutan felsefeler üreten akılcı İslam filozoflarının sonuncusu olan İbn Rüşt’ün cenazesinin Fas’tan Kurtuba’ya taşınmasına tanık olmuştur. İbn Rüşt’ün cenazesinin Kurtuba’ya, Batı’ya götürülmesi simgesel midir? Bu aynı zamanda aydın İslam düşüncesinin Batı’ya göç etmesini mi simgeliyor?

İslam ansiklopedisi sayfalar boyunca “arkaik” bir dille, İbn-al Arabi’nin yaşamından ve düşüncelerinden söz ediyor. Bütün bilgilerin sonunda, İbn-al Arabi’nin, varlık birliği kavramını son noktasına kadar götüren ve ünü bütün İslam dünyasında gittikçe genişleyerek, bugüne kadar süre en büyük sufilerden birisi olduğunu, daha onsekiz yaşında İbn Rüşt ile karşılaşmasında, onun “ilham ve kaşf ile nasıl bir sonuç aldın, bu bizim mantıklı düşünce ile elde ettiklerimize uyuyor mu?” sorusuna “Evet. Hayır. Evet ile Hayır arasında ruhlar bedenlerinden, boyunlar gövdelerinden ayrılır” diye yanıt verdiğini öğreniyoruz. Bu sözlerin bugünkü insan için ne anlama geldiği açıktır. Yüzyılın sonunda kesin evet ve kesin hayırların geçerli olmadığı, bilimsel ve teknolojik gerçeklerin bile ortaya koyduğu bir gerçektir. Evet ve hayır arasındaki uzaklık ise gittikçe genişlemekte ve seçeneklerle dolmakta. Savaş, ölüm ve yok olma seçenekleri, ütopyacı seçenekler kadar çoğalıyor.

Akyavaş’ın tek bir ad vererek bize açtığı alanda ilerlemeyi sürdürürsek, İslam filozoflarının şeriat öncesindeki durumlarına baktığımızda, zihinsel göçebelik, geçmişe göre gelecek görüşü (retrovizyon), ikilemlerin doğurganlığı gibi, onun bugünkü sanat felsefesine koşut özelliklerle karşılaşıyoruz.

Erol Akyavaş’ın, 60’lı yıllarında Batı’nın en gelişmiş ortamına, New York’a göç etmesi de, aydınlık İslam düşüncesinin izini sürmek anlamına mı geliyordu? Yoksa, 20.yüzyılın son çeyreğinde, göçebe bir filozof-sanatçı olarak, geçmişte yitirilmiş bir gerçeği, bu yüzyılın sanat diliyle yeniden kurmak amacını mı taşıyordu?

Erol Akyavaş’ın, 1980’den bu yana gerçekleştirdiği resim dizilerine ve iki üç boyutlu yapıtına baktığımızda, “evet/hayır” arasındaki alanda, kendi kimliğini ortaya koyma eylemini görüyoruz. Bu, kimlik arayışı değil, daha başlangıçta karar verdiği bir kimliğin sanat yoluyla kanıtlanmasıdır. Akyavaş, bu kimliği ortaya koyarken, bir Türk olarak, taşıdığı dinin ve kültürün kökenlerini öne çıkarmaktadır. Akyavaş, 8.-13. yüzyıllar arasında, İslam bilgin ve filozofların insanlığın bugünkü düşünsel ve toplumsal gelişmesine getirdikleri katkıları gündeme getirmekte, onların Batı’nın Rönesans’ına öncülük ve kaynaklık ettikleri düşüncesini savunmaktadır.

Pages: 1 2 3