B. Baykam: Belki her yerde Türkiye’deki gibi gerginlikler sanatsal polemikler var, ama bunlar daha düşünsel düzeyde. Örneğin, avantgardlık, sanat, felsefe, sanatın hayatımızdaki yeri gibi tartışmalar olacakken, benim çok sakıncalı bulduğum şey, bunların seviyesinin düşmesi. Hücumların seviyesi düşüyor.
B. Madra: Gerginliği bu bağlamda ele alırsak, Modernizm yaşanırken karşı karşıya gelen iki anlayış –uluslararasıcılık ve ulusalcılık ya da sanat için sanat ya da toplum için sanat- bugün de sürüyor. Bu çözümsüzlük de söz konusu.
B. Baykam: Türkiye’nin bu gergin ortamı hakkında bir soru daha: Sen başlangıçtan bu yana genç sanatçılarla çok yakından temasta olan bir galericisin. Her birini dikkatle izleyen, dosyalarına bakan, onlara düşüncelerini açıkça aktaran… Bu genç sanatçıların projelerini gerçekleştirmeleri için, sanat üretimlerini sürdürebilmeleri için paraya ihtiyaçları var. BM Çağdaş Sanat Merkezi bu sanatçılara kimi zaman sponsor bulamadığı için sergi açamıyor. Böyle bir ortamda Türkiye’de sanata ayrılan paranın %70’, %80’i müzayedelerde, benim gözümle çar çur edilme olayı var, o paranın yakılması var, Türk genç sanatına enjekte olmak yerine.
B. Madra: 1984’te galerimi açtım; genç sanatçılara yer verdim. O sıralarda sanat pazarı yeni oluşuyordu; belli bir kesimin genç sanat üretimine ilgisi başlıyordu. Müzeleşmiş, klasikleşmiş resmin de pazarı geri planda sürüyordu; ancak bunların kaça alınıp satıldığı açıklanmıyordu. Müzayedeler gündeme gelince fiyatların açıklanması, işi yatırımcı açısından bir “yarışma” psikolojisine soktu ve bu sürüyor. Böylesine gösterişli bir yarışma ortamı varken, kimse adı duyulmamış genç sanatçıyı sessiz sedasız desteklemek gibi, gösterişsiz bir yatırıma girmiyor!
B. Baykam: Trk kolleksiyoncuları, “Siz bu yatırımı klasik ve müzeleşmiş resmi sevmediğiniz için mi eleştiriyorsunuz, diye sormasın. Hayır seviyoruz , ama ben 1870 imzalı bir Mone seviyorum, 1950, 1960’dan bir Monet taklidine aynı değeri vermiyorum.
B. Madra: İki önemli eksiklik var: Yüzyılın sanat üretimini bilimsiz olarak beslenmesi ve bu üretimin müze sistemi içinde kitlelere gösterilmesi. Bu nedenle, ne kitle, ne de koleksiyoncu belirli bir düşünsel, estetik görsel oyuma giremiyor. Sanatçılar ve sanat işleriyle uğraşanlar bu ciddi boşluğun zararlı etkilerini yaşıyor.
B. Baykam: Bugüne atlasak, sanatçının ve sanat üretiminin durumunu sorsam…
B. Madra: Son yıllardaki üretimde belirgin bir biçimde Arte-Povera ve Yeni- Gerçekçilik akımlarının kavramlarını izliyorum; bunlara Arte-Povera sonrası, Yeni-Gerçekçilik sonrası mı diyeceğiz? Bunun yanıtını bulmuş değilim. Türkiye’deki sosyo-ekonomik yapılanmanın, değişimlerin 1960’ların Avrupa’sına benzemesine bağlanabilir, bu. Arte-Povera, İtalya sanatçısının, dün, gelenek, tarihsel, sanat ve modern sanat düğümünü çözmek için bulduğu bir yoldu; Avrupa ortasında 500 yılıık bir sanat üstünlüğünün mirasçısıydı, ancak savaş sonrasında “çevresel” kalmıştı. Bu çevreselliği Arte-Povera ile aştı. Tüekiye emperyalizmle başlayan bir “çevreselliğe” girdi.; emperyalizme karşı koyma aracı olarak benimsenen Modernizm zengin kültürel mirasın yadsınmasını gerektirdi. Modern sanat, bilim ve teknoloji gibi ithal edilen bir olguydu. Bu bir biçimde öğütüldü
B. Baykam: Post-Duchamp kirizi aflı bir makalem yayınlandı geçen sen, orada da genel olarak 1915’de Marcel Duchamp’ın yaptığı ready-made’lerin bugün nasıl beşinci, altıncı kuşaklar tarafından küçük değişikliklerle, yorumlarla ve o yapıtı savunan “metinler”in farklılaşmasıyla aynı kavramınbize süreklibir altın tabakta sunulduğunu görüyoruz. Bu bana kısır bir tekrara ortamı gibi görünüyor. Minimal, kavramız, ready-made göndermeli bu işlerin etkileri yalnız Türkiye’de de değil Avrupa’da da yoğun; acaba bu ne denli Türkiye’nin sosyo-ekonomik ortamının o döneme benzemesiyle ilişkili? Daha genel, daha küresel bir dünya tıkanıklığının sanatçının çıkış yollarını, artık yapıtın kendisinde değil, metinde arayan, yani savunusunu metnini geliştirme üzerine dayalı sanat yapıtı yapması ve artık metin öncelikli olduğu için sanat yapıtını mümkün olan en öze, en basite, en küstahça basite, en kolay savunulabilecek iddialı görünüm yaratan, Arte-Povera’ya o bakımdan da yaklaşan sonuçlar dizisi getirmesi de olmaz mı? Yeni ve komplike ve iddialı ve gerçekten küstah ve gerçekten avant-gard ve gerçekten polemik yaratacak yapıtlar ve sergiler dizisi göreceğimize bildiğiz kavramları yeni metinlerle bize sunulan bir tür kardeş ve genetik devamlarını görüyor gibiyiz.