B. Baykam: Korkunç bir bürokrasi sıkıntısı ve bürokratın “Adam sendeciliği” ve “vurdumduymazlığı”… Bir örnek: 1987’de ABD’de yayınlanan Art Examiner dergisi ile ilişkim oldu. Dediler ki, Türkiye ilgimizi çeken bir ülke, Kültür Bakanlığınız bize bir defaya mahsus 10.000 dolar verirse, her sayıda Türkiye hakkında bir sayfa açarız. Dönemin Bakanıyla görüştüm, ilgilendi. Bana dilekçeler doldurttu, sorular soruldu. Aradan 6 yıl geçti, tık yok. Kafka hikayeleri…
B.Madra: Devlet güdümlü modern sanat evresinin çok uzun süre yaşanmış olması ve 1960’dan bu yana sanattaki değişimlerin Türkiye’ye “sanat sistemi” açısından yansımamış olması bugünkü durumumuz için belirleyicidir. Ancak sanat pazarının oluşması ile birlikte, sanat bağımsızlaştı ve devlet güdümünden koptu; biz bu kopuşun sancılarını yaşıyoruz. Giderek devlet mekanizmasının üstlendiği sanat etkinlikleri ile bağımsız sanat etkinlikler arasında kavramsız, biçimsel ve estetik bir uçurum açılıyor. Bugün artık, devletin sanatçıya çok hızlı koşarak yetişmesi söz konusu. Sanatçı çok kısa sürede çok büyük yol aldı; bağımsız sanat sistemi de kurulma aşamasında devletin köktenci değişimler yapması gerekli.
B. Baykam: Kısa saptama soruları: Devlet güzel sanatlar galerilerinin bugünkü sanat ortamında bir önemi var mı sence?
B. Madra: Devlet galerilerinin olması önemli, ama içlerinde “günümüz sanatı” ile ilgili bir şey yok!
B. Baykam: Devlet resim ve heykel sergilerinin ve ödüllerinin önemi kaldı mı?
B.Madra: Bu da işlevini yitirmiştir, çoktan!
B. Baykam: Ankara’daki Atatürk Kültür Merkezi bir bina olarak vardır, herhangi bir işe yaramakta mıdır, ECA borularını sergilemesi dışında!
B. Madra: Duymadık! İstanbul’da çağdaş sanat gereksinimlerine yanıt verren kaç sergi salonu var v bunlar nasıl kullanılıyor?
B. Baykam: Hiç olmazsa Atatürk Kültür Merkezi devlete bağlı bir kurum olarak Türkiye’de en saygın sergileri açan ve Taksim’den geçerken mutlaka uğradığımız tek iyi işleyen kurum. Şu sıralarda bu durum bozulmaya çalışılıyor. Söylendiğine göre yeni atanan müdür Baraz’ın sergisinde Hilo Chen adlı ABD’li sanatçının çıplak figürüne kafayı takmış –her şey geriye gidiyor ya- “Burada her şey sergileniyor, buralar denetlenmeli” anlayışıyla –tüylerim diken diken oluyor- burası da güdükleşip Türkiye’nin işleyen sanat galerisinin de nasıl çağdışı bırakılmasının projesi yapılıyor.
B. Madra: Yine şikayet edip, ağlıyoruz gibi bir duruma geldik…
B. Baykam: Hayır, her şeyi konuşup açıkça söylemeliyiz.
B. Madra: Bunun arkasından durumu nasıl kurtarırız sorusu geliyor!
B. Baykam: Türkiye’nin Batı’ya karşı bu alanda büyük bir rötarı var. Yakalamak için çok çalışmamız lazım. Devletin bu işe para enjekte edip aradan çekilmesi görüşünü belirtmesi ve konuyu uzmanlara teslim etmesi lazım. Türkiye’de sanat ortamında birbirini çekemezlik görüyorum, hatta diyebiliriz ki, dört kişiyiz, üçü kavgada, biri gözün kaybetmiş, ötekisi kolunu. Birbiriyle anlaşacağı tahmin edilen 20 kişilik grupta yarısı birbirine küs, birbiriyle kanlı bıçaklı.
B. Madra: Bu durunda sanat gelişmelerini gerçekten engelliyor. Sanat gelişmeleriyle sanat işlerindeki gelişmelerin birbirinden ayrılmamış olmasından kaynaklanıyor bu. Sanatçıların düşünsel ve yapıtsal üretimin kitlelere gösterilmesi için kurulan sistem içiçe geçmiş urumda. Bununda nedeni sanatın bağımsızlaşma sürecinin gecikmiş olması. Bu durum sanatçıya gereksiz işlevler yüklüyor. Sanatçı üretimini tanımak için her türlü işlemi kendisi yapmak üzere koşullanmış. Süregelen bu durum, sanat işlerini yürüten uzmanların yetişmesini de engelledi. Bu sanat işleri uzun bir süre sanat eğitimi veren kurumlar tarafından da yürütüldü, örneğin İDGSA, MSÜ, MÜ gibi. Bunlar 60’lı, 70’li yıllarda sergi etkinlikleri düzenlediler. 80’li yıllarda sanatçılar bu kurumların dışında etkinlik sürdürmek zorunda kaldılar; galerilerle başbaşa kaldılar. Galeriler bir ölçüde bu işleri üstlendiler, ama yeterli olmuyor ya da sanatçı bu işleri tam olarak başkasına teslim etmiyor. Bu durum sanatçıyı huzursuz bir ortamın içine sokuyor. Sanatçı güçlerini, enrjisini gereksiz bir tüketim içine sokuyor. Bu yıpratıcıdır. Bu ortam içindeki karşıtlıklar, çelişkiler, rekabet, söylediğin huzursuz ortamı yaratıyor. Sanatçı bunlara ek olarak, sözünü ettiğimiz devlet politikası ile de çatışmak zorunda kalıyor, tıpkı göstermek, örgütlenmek gibi alanlara enerjisini yöneltmek zorunda kalıyor.