Anons Dergisi
Haziran Temmuz 1995
1991’den bu yana sanat yapıtı satışlarıyla doğrudan doğruya ilgim olmadığı için, ben de herkes gibi satışları uzaktan duyuyorum. BM Çağdaş Sanat Merkezi sponsorlarla ve yabancı kültür merkezleriyle çalışıyor; sergiler parası bulunuyorsa yapılıyor. Benimle calışan sanatçıların satış yapmaları kuşkusuz beni ilgilendirir; ama onların parasal açıdan sıkıntı içinde olmaları ya da olmamaları açısından! Ben, sanatını sergide yaptığı satışlarla ölçmeyen, alıcılarla ilişkisini ölçülü tutan sanatçılarla çalışmayı yeğliyorum.
Sanırım sanat piyasasında değişen bir şey yok; resim çok, heykel az satılıyor. Ancak, sanat üretimi resim ve heykelle sınırlanıyor, bunun dışına çıkıyor; daha doğrusu Türkiye sınırlarının dışına çıkmaya çalışıyor, çıkması da gerekiyor. Yerel sanat piyasasi beni, yaptığım iş dolayısıyla hiç ilgilendirmiyor. Uzaktan izlediğim kadar bu piyasayı alıcının beğenisi belirliyor; alıcının beğenisi de her türlü bilgi ve birikimden yoksun ve yüzyılın başındaki sanat kriterlerine endekslenmiş durumda. Buna karşılık genel-geçer düzenin dışında gelişen sanat üretimini destekleyecek sponsorları keşfetmek çok daha önemli; bilinçli ve birikimli sponsorların varlığı, şimdilik bu üretimi ayakta tutuyor.
Burada bazı özel kuruluşların sanat etkinliklerini danışman kullanmadan, ya da kullandıkları danışmanların iş portföyünü incelemeden yaptıklarını da gözlemliyorum; ya da sanatçıların danışmanlığında etkinlik düzenlediklerini… Ne yazık ki, belki kendileri pek anlamıyor, ama ilginç sonuçlar çıkmıyor.
Önemli bir husus da kitle eğlencesi ile sanat etkinliği arasındaki ayrımın yapılmaması. Çağdaş sanat somut bir üretimdir. İki şey kalır geriye: Sanat yapıtı ve belgeler. Çağdaş Sanat sponsoru sonuçta bir “şeyler dünyası”na sahip olabilir, bir dönemin Sanat üretimine sahip olabilir bu da ülkenin sanat kimliğini içeren bir kesittir.
Sahte resim konusu doğrudan doğruya alıcının bilgisizliğinin sömürülmesidir. Alıcı uzun süredir aldatılmaktadır ama bir türlü akıllanmamaktadır. Alıcının her nedense “kötü”, “bayağı” ve “kitsch” resimlere eğilimi vardır. Ayrıca, alıcının “marka” merakı sanat alanına da yansımaktadır; önemli olan sanatçının adıdır, resim kalitesi hiç önemli değildir. Sahte resimler düpedüz kalitesizdir; en usta sahteci bile kaliteli bir kopya başaramaz. Ülkemizde Modern Sanat Müzesi kurulmadıkça bu böyle sürüp gider! Şimdilerde müzayedelere adı hiç duyulmamış, örneğin ‘Mstrygovski” türünden yabancı ressamlar çıkarılmaktadır. Bunların Doğu Avrupa ülkeleri bit pazarlarından toplama olduğunu düşünüyorum! Bunun yanında, çağdaş sanat üretimi içindeki “kavram” ve “biçim” yinelemelerine de dikkat çekmek isterim; bu sahtecilik değil kuşkusuz, ama sanatçı için “vahim” bir açmaz! Sanatçı bugün belleğini çok canlı tutmak zorundadır; bir yüzyıl boyunca sanat üretimi zincirleme bir tamlama oluşturmaktadır. Belli bir üretimle tüketilmiş kavram ve biçimlerin yeniden üretilmesi “komik” sonuçlar doğurmaktadır.
Türkiye’deki sanat olgusu, diğer bütün olgular gibi hastadır. Hastalık şu ögelerden oluşmaktadır:
Sanat, bir yandan devletçi bir siyaset ve ekonomi egemenliğinde geçirdiği modernist dönemi aşamamakta, bir yandan da liberal bir siyaset ve ekonominin denetimine doğru çekilmektedir.
Sanat, kitleyle ilişkisinde gerekli aşamalar, geçiremediği için, bu iki güç arasında bağımsız ve özer bir olgu durumuna gelememiştir.
Sanat, Türkiye’nin yüzyılın üç çeyreğini geri kalmış ülke, son ceyreğini gelişmekte olan ülke olarak geçirmesi ile koşut olarak “çevre” sanatının özelliklerini taşımaktadır.
Sanat, “çevre” sanatının dünya gündemine geldiği 90’lı yıllarda bile, bu gündemde yerini almakta zorluk çekmektedir.
Sanat, eğitim aşamasında YÖK sisteminin, YÖK sistemine bağımlı sanatçıların oluşturduğu polemikli ve spekülatif bir iş alanı olarak görülmektedir.
Sanat, genelde dünyadaki düşünsel, bilimsel, teknolojik gelişmelere kapalı bir alan olarak işlem görmektedir. Türkiye’de “uluslararası” olarak değerlendirilen sanat ithal edilen sanat etkinlikleridir, sanat üretimi ithal edilmemektedir. Dahası, sanat etkinlikleri ve sanat üretimi hiç mi hiç ihraç edilmemektedir.
Bu liste daha uzayabilir; bu hastalığa reçete yazmak “sanat uzmanlığına” girer, bu tür bir uzmanlığı da bu ülkede kimsenin taktığı yok!